 |
Ramazan Çakıroğlu |
ramazanca@msn.com |
|
KÖMÜRDE YANAN KARANFİLLER:"II". KEMAL ULUSER
KÖMÜRDE YANAN KARANFİL-II- KEMAL ULUSER’DE CUMHURİYET MESAJLARI
Muzaffer Tayyip, Rüştü Onur ve Kemal Uluser. Birbirinden hem dost olarak hem edebiyatta izledikleri çizgi bakımından birbirinden ayrılmayan bir üçlü. Üçü de Kastamonu Lisesinden arkadaşlar. Çünkü onların öğrenci olduğu yıllarda bu yörenin en bilinen Lisesi Kastamonuda bulunuyordu. Kemal ULUSER, 17.12.1942’de Muzaffer TAYYİP’e yazdığı ve Kara Elmas; sayı 6, 01.01.1943’te yayınlanan mektupta Rüştü Onur’dan söz ederken şöyle demektedir. “...Rüştü'yü nasıl tanıdığımı soruyorsun. İnsan yakınlarını öyle yakından tanıyabilir mi? Onları biz ölçüp biçmiş de seçmiş değil, şöyle bir ısınıvermişizdir. Rüştü ile içli dışlı dost mu idik, bilmiyorum. Ama bulunduğum ahbap meclislerinde herhalde arardım. Onunla nasıl tanıştık. Kastamonu Lisesi'nde idik, o vaktin iyi sanat dergilerini getiriyor, sınıflara dağıtıyordum. 4-B'de 113 Rüştü bu dergilere en candan bir ilgi gösteriyor, ay başlarını iple çekiyordu. (ULUSER:1942)
Bu dostluk daha sonra Zonguldak’ta da devam etmiş ve yine bu mektuba konu olmuştur. “Zonguldak'ta çalışırken daireden ondan önce çıkardım, iskelenin başında gözüm, ‘Ereğli Kömür İşletmesi’nin kapısında onu beklerdim. Eğer dergilerin gelme günü ise doğru Halkevi'ne gider, Nuri amcadan onları alır, okurduk. O gelen bu sanat dergi ve gazetelerine aç kurt gibi sarılır, doymayacak gibi okurdu. Posta olmadığı günler iskelede gezinir, hiç konuşmadan, belki de aynı şeyler üzerinde, dalar, giderdik. (ULUSER:1942.a.g.y.)
Uluser 1939 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü büyük sıkıntılar içinde bitirir. Bu sıralarda zatürree tanısıyla birkaç kez hastaneye yatar, çıkar. Hastalık yayılınca 1944 yılında İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne yatırılır. Üniversite dosyasındaki kayda göre 3 Kasım 1944 günü, 29 yaşında yaşama gözlerini yumar. Ölüm tarihinden yola çıkılırsa 1915 doğumludur. Tayyip ve Onur için de abi gibidir.
Elimizde herhangi bir şiiri, mektuplarından başka bir yazısı da yok. Yalnızca IŞIK adlı bir tiyaotra eseri var. C.H.P. Halkevleri Temsil Yayınları olarak Ankara Ulusal Matbaası’nda, 1941 yılında yayınlanmış.
Bu eserde, “(Vak’a; Cümhüriyetin ilanı sıralarında bir köyde geçer).” diye belirtmektedir ULUSER. Eserin ana konusu bu yıllardan önce sıkça yaşanan ve henüz kalıntı olarak ta devam eden olaylar üzerine kuruludur. Ne varki ortada yeni kurulmuş bir Cumhuriyet ve onun inançlı kadrolarından öğretmenler de vardır.
Eserin üzerine kurulu olan bu olaylar nedir? Toprak ağası-yoksul köylü çekişmesi, toprak ağası-öğretmen çekişmesi, öğretmene karşı imam kışkırtması ve bunların ortasından henüz kendini sıyıramamış, toprak ağasından yana taraf olmaya çalışan zamanın kolluk kuvvetleridir. Eserin konusunun başına dönüp, sözü yer yer esere bırakacak olursak, beşinci sayfada şu dikkat çekicidir. Yeni atandığı köye doğru giderken verdiği molada, pazara giden bir köylüyle öğretmen (oyunda muallim) arasında geçen kısa konuşmada şunlar vardır.
MUALLİM- (Gülümsiyerek) Bilmem, nedendir? Bu gelip geçenler bana düşman gibi bakıyorlar. Halbuki ben.. KÖYLÜ- (Sözünü keserek) Kusura bakma a beyim. Cahil insanlar.. Böyle senin gibi kılığı kıyafeti düzgün gelenlerden canları yanıyor da.. Evet, senin de başkaları gibi olman lazım değil ama ne bilsinler? (ULUSER:1941.s.5) Bu diyalog da anlatmaktadır ki, Anadolu köylsüsü, kılığı kıyafeti düzgün olarak kendisine gelip gidebden çok çekmişti. Onun için gelen mallim de olsa düşüman gibi bakılabiliniyordu. Çünkü, Cumhuriyetin ilk yıllarında okulla medrese kafalarda henüz ayrılmamış, okul medrese, muallim hoca sanılıyordu. Henüz geride kaldığı bile fark edileyen dönem öncesi, Osmanlı eğitim sistemi içinde medreseler yer alıyor ve medrese hocaları talebeleriyle birlikte ihtiyaçlarını karşılamak üzere köylere ‘cerre çıkıyor’du. Cerre çıkma bir nevi ihtiyaç toplamaydı. Bu toplama içinde yiyecek, içecek, giyim kuşam hammdesi de vardı. Öğretmen gelip geçenlerin konuşmalarına tanık oldukça konuşmalarda dram artar. Örneğin; BİR KADIN- (Bir erkeği yederek) Ben de bıktım artık. Dohtora gidersin, hastahaneye yatırmalı der. Hsatahaneye gidersin, muhtardan mazmata getirmeyince yatırmam der. Muhtar bie kile buğday vermeyince mazmatayı vermez. Bıkdım artık. Ne deceğimi şaşırdım. (ULUSER:1941.s.6) İlerleyen sahnelerde muallim zeki köyüne yerleşmiş ve o ideaallerini bu köyde gerçekleştirmek istemektedir. Fakat bir gün onu almaya nişanlısı Mualla çıkagelir. Arada da şu knuşma geçer: MUALLA- BURADA HAYAT YOK Zeki.. Nasıl Tahammül edilir? MUALLİM- Yoksa yaratırız. Mualla, bir bilsen yaratışta ne büyük zevk var. MUALLA- OLABİLİR.. Fakat ne zaman? MUALLİM- Onu hiç düşünmedim, sadece çalşıyorum. (ULUSER:1941.s.18) Oyunun ilerleyen sahnelerinde muallim Zekini’nin başına çeşitli çoraplar örülmeye çalşılacaktır. Nişanlısı onu orada bırakıp İstanbula dönecektir. Muallim karakollara kelepçeli götürülecek, mahkemeler muallimi aklayacaktır. Ama yine de yılmayacaktır. Dördüncü perde de ise yılmayan muallimin başarısını, başka söze yer bırakmayacak sahne tanımlamasında şöyle anlatacaktır: Yıllardan sonra Dereköyde; çorak tarlalar münbit hale konmuş, sosyal hayatta yapılan değişme, mağmum yüzlerin yerine neşeli çehreleri getirmiştir. Yılın ekim bayramı hazırlığı var. Tören sahası; önden tanzim edilmiş bir cadde geçer. Sol kenarda bir radyo.. İlerde buğday ekilmiş ovalar.. Vakit sabah… Hafif bir rüzgar olgun başakları dalgalandırmakta, kuşlar ötüyor, gürbüz hayvanlar otlağa gidiyor. Genç kız ve erkek kafilesi ellerinde tırpanlar yoldan geçerler. Uzaklardan onların şarkıları duyulur.. (ULUSER:1941.s.35)
Oyunun sonunda artık muallim Zeki yaşlanmış, emekli olmuş, nöbeti kızı Tülay öğretmen almıştır. Bir köylü kadına, öğrencilerini kasabaya götüren kızı için, şöyle cevap verebilmektedir. MUALLİM- Demin baktım da benden ateşli, onun böyle yetişmesine çok uğraştım. Korkuyordum, istediğim gibi olmazsa diye. Artık ölsem de gam yemem. Onu yetiştirebilmişim. (Bu sırada çocukların marşı duyulur. Haz içinde dinlerler) ÇOCUKLAR- Güneş ufuktan şimdi doğar. Yürüyelim arkadaşlar… (ULUSER:1941.s.44) Oyunda tam burada perde kapanıyor. Ancak, gerçekte perde kapandı mı, kapanmadı mı? Amaç, ne pahasına olursa olsun bu tabloyu yaratmaktı. Cumhuriyetin kuruşuluşundan bu yana bu tablo yakalandı mı, hala bu rüya sürmekte mi? Bu satırların yazarı olarak bu yorumu size bırakıyorum…
KAYNAKLAR 1. http://zonguldakliyazarlar.googlepages.com/hz_zon_yazarlar.htm Kara Elmas; sayı 6, 01.01.1943 2. www.finansalforum.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=44547 - 106k – Devrim Kalkan 3. ULUSER, Kemal: IŞIK, C.H.P. Halkevi Temsil Yayınları, No:20.Ankara Ulusal Matbaa,1941.
Okunma Sayisi : 3902
Yazılma Tarihi : 2009-05-06
|
<< Yazara Geri Dön <<
|
Yorumlar
Henüz Hiç Yorum Yazılmamış. Bu Yazıya Yorum YazınELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
|
|