 |
Ramazan Çakıroğlu |
ramazanca@msn.com |
|
KÖMÜRDE YANAN KARANFİLLER:"I. MUZAFFER TAYYİP USLU
Elimde Yeditepe Yayınlarından iki kitap var. Birinin iç kapağında “Yeditepe Yayınları:58”, diğerinin iç kapağında ise “Yeditepe Yayınları 59” yazıyor. İkisi de 1956 yılında basılmış. Birini Necati CUMALI, diğerini ise Salah BİRSEL hazırlamış.
Önce Necati Cumalı’nın hazırladığı kitap üzerinde duralım.Çünkü sıra numarası diğerinden önce.
Peki, ne için, kim için kitap hazırlamış ve neler yazmış Necati Cumalı? Cumalı; Muzaffer Tayyip (USLU)’in yazdıklarına da yer verererek; onun için ve onunla birlikte onu yazmış. Önce CUMALI, TAYYİP için ne demiş bakalım. “Muzaffer Tayyip’in okuyacağınız yazılarını henüz lise öğrencisi iken, daha yirmi yaşında yazdığını unutmamalısınız. Kitapta bu yazılara onun düşüncesinin gelişme yönünü, işini düşüne taşına yaptığını devrimci zekasını, kişilğini, belirtmeye yararlı olması bakımından yer verdik. Kötü niyetlilere ne desek boş. Ömrü elverenler, kusurlarını, eksikliklerini, eskiyen taraflarını düzeltmek, yenilemek fırsatını bulabilirler elbet. Muzaffer’e talihi yar olamdı. Bu yüzden de o kimsenin kendisine acımasına muhtaç değil. Söyleşinde zamanla anlayıp, kolaylıkla düzelteceğinde şüphe olmayan acemilikleri, ifade taşıkınlıklarını onu hafifsemek için fırsat bilmek isteyenler, kendilerinin onun yaşında iken, içinde yaşadıkları şartlara, imkanlara göre ne kafada olup ne yaptıklarını hatırlasınlar yeter” (CUMALI:1956) demektedir.
Usta kalem CUMALI’ya bunları yazdırabilen Muzaffer Tayyip (USLU) kimdir? Tuğrul Asi BALKAR’ın belirttiğine göre; “1922 yılında İstanbul'da doğdu, 3 Temmuz 1946 tarihinde Zonguldak'ta öldü. Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet Necatigil'in öğrencisi oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle sürdüremedi. Zonguldak'ta memurluk yaptı. Tüberkülozdan öldü.” Doğumu İstanbulda saklı TAYYİP’in çocukluğunun da MERSİN’de saklı olduğu bazı kaynaklarda yer almaktadır.
Muzaffer Tayyip için hazırlanan kitapta, ölümünden önce yazılmış üç yazısı da yer almaktadır. Bunlar; “Şiire ve Şiirde Primitif Anlayışa Dair”, “Halk Edebiyatımızdan Faydalanmanın Yolları” ve “Şiirde İnsanı Aramak”tır.
Bunlardan dikkatimizi çeken birer-ikişer tümceyle söz edecek olursak; “Şiir nedir? Bu soru insanoğlunun dudaklarında kimblir kaç defa dolaştı ve dolaşacak? Şiiri şu veya bu şekilde tarife kalkışanlar onun ancak bir tek cephesini aydınlatabildiler.” diyor ve devam ediyor TAYYİP “Şurasını da belirtmeliyiz ki şiirde primitif (yani ilkel) anlayış bir netice değil bir başlangıçtır.” Tabi bunlar Tayyip’in duyguları. Demek ki o sıralarda yeni şiire başlayanların şiirleri “primitif (ilkel) şiir” olarak yorumlanmış. Ve yine demek ki o sıralar ilkel, ilk-elden olanı anlatmıyordu. Bir başka bakışla, primitif (ilkel)i, primer (birincil) olarak kavrama ve yorumlama anlayışı henüz gelişmemişti!..
Ayrıca; Tayyip’in “Halk Edebiyatımızdan Faydalanmanın Yolları” adlı bir makeleye yönelmesi de, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümündeki öğrenciliğinden kaynaklanmaktadır. Demek ki Halk Edebiyatının işlevinden ve onun ünlü isimlerinden haberdar olmuş. “Şiirde İnsanı Aramak” cesareti de ancak genç bir felsefeciye yakışmaktadır.
Muzaffer TAYYİP üstüne bu kadar şey söyledikten sonra, bir iki şiirini buraya almamak ve söz etmemek olmaz. Öyleyse alışalagelen seçkiye bakmadan iki örnek aktaralım.
DÜNYA HARBİ
Son günlerimi yaşıyorum sanki
Gökyüzünü böyle seyretmemiştim hiç
Başımı kaşıyarak
Bu kadar mahzun etmemişti beni
Babası ölen çocuk
Dalı kırılan ağaç
Kocası sarhoş kadın
Bu kadar mahzun etmemişti beni
Ah, boyu devrilesi
Kör olası dünya harbi
(Şimdilik, sayfa 18)
Şöyle bir göz atıldığında, Muzaffer TAYYİP’in şiirleri arasında Dünya Harbi önemli bir yer tutmakta ve bir elin beş parmağı civarında şiirine de konu olmaktadır. Hem yetiştiği dönemde sürmekte olan gerçek İkinci Dünya Harbi’nden, hem de harp gibi geçen yaşamından esinlenmiş olmalı.
* * *
Muzaffer TAYYİP’in yaşadığı döneme ilişkin birkaç küçük çözümleme daha yapacak olursak şunlar söylenilebilir: 1922 yılında İstanbul'da doğuyor. 3 Temmuz 1946 tarihinde ve 24 yaşında Zonguldak'ta ölüyor.
Peki, 24 yıllık yaşama neler sığdırıyor ? Ve nerede geçiriyor yaşamını?
Yanıtlayalım. Yaşamının ağırlık merkezini İstanbul, Mersin ve Zonguldak oluşturuyor. Üç şehirde onun için çok önemli. Birincisini ele alırsak, doğduğu ve büyüdüğü şehirdir. İkincisi ise çocukluğunun ve kişliğnin şekillendiği şehir. Mersinden poratkal, limon ve mandilana bahçeleri onda bir yerlerde saklı olmalıydı. Üçüncü şehir ise hem ekmeğini kazandığı, hem lise öğrenimini gördüğü ve Behçet Necatigilin öğrencisi olduğu bir şehirdir. Ama üç şehir de düşünsel kaynağını aydınlatır. Tayyip için, üç şehiri tartmak için üç kefeli bir terazi olsa da üçünü de tartsalar, herhalde kefeler üçlü bir yıldız gibi denk dururdu...
Öteyandan 24 yıllık yaşama bir şiir kitabı, lise öğrenciliği, felsefe öğrenciliği ve bir de dünyanın en ağır işçiliğinin yapıldığı kurumda memuriyet sığıyor. Bunlar iç içe bir süreçte gerçekleşiyor.
1800’lü yılların ikinci yarısından 1900’lü yılların sonlarına kadar, Zonguldak Kömür Havzası bir insan çekim merkezi olmuştur. Bir çok şair, yazar, araştırmacının da bu havzaya yolu düşmüş ve buralarda yetişmişlerdir. Muzaffer TAYYİP’te bu çekimle gelenlerdendir. Ve yine o yılların gençliğinin tamamına yakını gibi Muzaffer TAYYİP’te yoksul bir aileden geliyor. Aynı kaderi paylaşanlar gibi yoktan var etmeye çalışıyor. Muzaffer TAYYİP’in Zonguldak’ta çalıştığı yıllarda, maden ocaklarının içinde ve dışında lise öğrencilerinin çalışıtığını biliyoruz. Büyük olasılıkla muhtemeldir ki, TAYYİP; Kömür Havzası’na çalışmak için İstanbuldaki öğrenciliğini keserek gelmiştir. Bunu emekçi bir çalışma, hızlı bir aydınlanma ve şairene yaşam izlemiştir. Bunları içeren amaçlar topluluğu içine, genç bir bedenin omuzlarında taşıyamayacağı kadar yük yüklemiştir.
Yaşamının bütününe bir karanfil olarak bakarsak, tomurcuklanması olmasa da, o kömürde açmış, ateş böceği gibi o kömürün çevresinde yanmıştır!..
Yoksa;
“Ben veremden öldüm
Belki ölmezdim
Sıkıntım olmasaydı
Paradan yana” dermiydi…
* “Kömürde Yanan Karanfiller” dizisini gelecek sayıda
KEMAL ULUSER İzleyecek
Not: Bu satılarda yer alan kişiler dışında da kömür havzasında, gerek doğrudan doğruya, gerekse dolaylı olarak; gruzuda, iş kazalarında, hastalıktan, veremden yüzlerce karanfil yanmış, yanan karanfillerin geride kalan dalları solmuştur. Onları da bir başka zamanda yazı ve yazın konusu yapmak üzere, ruhları şad olsun diyoruz. (R.Ç.)
Okunma Sayisi : 4092
Yazılma Tarihi : 2009-04-20
|
<< Yazara Geri Dön <<
|
Yorumlar
Henüz Hiç Yorum Yazılmamış. Bu Yazıya Yorum YazınELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
|
|