 |
Nurettin Saraçlı |
nurettinsaracli@hotmail.com |
|
Öküzüm Ölmeseydi de (Anı-Öykü)
Öküzüm Ölmeseydi de (Anı-Öykü)
Soğuk bir kış günüydü. Köy karakışa adeta teslim olmuştu. ‘Avaç’ evin duvarları sanki buzdan bir duvardı. Kiremitlerin saçaklarından yarım metreye yakın buzlar sarkmış, bu buzlara el değmiyordu. Ay, o aydınlık yüzünü yeryüzüne çevirmiş, yıldızlar adeta yerdeki bir metre karın üstüne düşmüştü. Yeryüzü, gökyüzü olmuştu. Her taraf apaydınlık ama insanı donduran, ürküten bir aydınlıktı. Evlerin bacalarından dumanlar yükseliyor, pencerelerinden gaz lambalarının loş ışıkları görülüyordu.
Kamil ocağın başına oturmuş, ocakta dayalı çotuğun közlerini ‘sıran’la karıştırarak ısınıyordu. Bir taraftan da ocağın önüne gelmiş külleri çotuğun arkasına kakıyordu. Kamil her ocağın başına oturuşunda ‘sıran’la çotuğa vurur, çotukta oluşan közleri ocağa düşürürdü. Çotuğa sıranla her vuruşunda çıtlaklar çıkar; o da bu çıtlakları seyretmeyi çok severdi.
Kamil bir ara ocağın başından kalktı, top dışyanna baktı. Evaltında mancarlar kardan görünmüyordu. Göz alabildiğine her taraf bembeyazdı. Dışarıda müthiş bir ayaz ve aydınlık vardı. Bir süre camdan dışarıyı izledi. Sonra tekrar ocağa döndü. Odanın ne kadar karanlık olduğunu fark etti. Oda gerçekten karanlıktı; buvasıeğli gaz lambasını alıp dama-ahıra inmişlerdi. Hayvanların altını kürüyüp onların önüne ‘alaf’ dökeceklerdi. Kamil, buvasıeğli gelinceye kadar ocağın başında oturup közle oynadı. Ocağın sol tarafındaki ‘yal’ tenekesinin altına odun sürdü. ‘Yal’ı, yarın sabah damdaki hayvanlar yiyecekti. Ocağın sağ köşesindeki ‘sacak’ta da mancar ‘herene’si vardı; ama o pişmişti. Kamil mancar ‘herene’sinin kapağını açıp parmağıyla ağzına bir iki lokma alıp attı ve ‘herene’nin kapağını kapattı.
Birazdan buvasıeğli geldi. Lambayı goözgerenin yanındaki her zaman astıkları çiviye astılar. Gazı bitmesin diye fitilini de biraz indirdiler. Öküzlerinin biri çok hastaydı. Buvası, gece üşümesin diye hasta öküzlerinin sırtına bez eskisi sarıyordu. Anası: “Bu öküz artık yerinden kalkmaz!” deyip duruyordu. Buvası ise hiç konuşmuyordu. Onlar yazın ormanda ‘makta’ya giriyorlar, öküzleriyle tomruk ve odun çekiyorlardı. Öküzler olmazsa ne çift sürebilirler, ne de ormanda ‘makta’ya girebilirlerdi. Tek parasal gelir kaynakları ‘makta’dan aldıkları paraydı…
Kamil, anasıeğli konuşurken yatmak üzere, içine tahıl sapları doldurulmuş yamalı bez parçalarından oluşan yatağına doğru yöneldi. Kardeşi uyumuştu. Anası yatağın üzerine bir naylon parçası yaymıştı; işediklerinde yatak ıslanmasın diye!.. Naylon buz gibiydi. Kamil o soğuk yere, kardeşinin yanına yattı ve bir süre sonra uyuyakaldı. Bir rüya gördü; rüyasında buz tutmuş karların üzerinde altına naylon koymuş kayıyordu. Oynarken çişi geldi; o kolçaklı pantolonunun ‘kopça’larını açtı ve ‘çük’ünü çıkararak, karda, sidiğiyle bir çukur açtı. Karda hep böyle bir noktaya işerdi. Birden uyandı; bir baktı ki yatağına kaçırmış, her taraf ıpıslak olmuştu. Hemen yerinden kalktı ve kuru yeri kalmayan kolçaklı pantolonunu çıkarıp başka bir pantolon giydi…
Şöyle bir odaya bakındı; anası ve buvası yatağında yoktu. Eyvandan sesler geliyordu. Kamil, ‘seren’den eyvana baktı. Komşular ve Satılmış amcası eyvandaydı. Kamil ‘sayat’ kapısından geçerek ahıra öküzlerin yanına gitti. Anası öküzün başında ağlıyordu. Öküzleri ölmüştü! Kamil tepkisiz eyvana geçti. Babası, amcasıyla konuşuyor ve gözünde yaşlar vardı. Kamil ilk defa babasını ağlarken görmüştü. Babasının, amcasına: “Öküzüm ölmeseydi de garım ölseydi.” dediğini duydu. Kamil de karları ayıklanmış bir ‘goşma’nın üzerine oturarak ağlamaya başladı…
Okunma Sayisi : 3633
Yazılma Tarihi : 2009-02-21
|
<< Yazara Geri Dön <<
|
Yorumlar
Henüz Hiç Yorum Yazılmamış. Bu Yazıya Yorum YazınELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
|
|