Çocukluk, gençlik yıllarımız ve onun öncesinde; Filyos Irmağı boyundaki köyler kışın kar ve uyku içindeydi. Tam olarak hangi köy ve bucakta doğduğu bilinmeyen, sakallı bebek hikayesi, ortaçağdan fırlamış gibi, kıyamet habercisi olarak efsaneleşir, dilden dile, köyden köye anlatılır dururdu. Üzerine çeşitli rivayetler yapılır, köy odalarının tekrarlarla anlatılan darb-ı meselinin eskimesi, yeni bir vaka söylencesine kadar sürüp giderdi…
Yazları ise bölge insanı karıncalar gibi tarlalara üşüşür, çapalarda kazma sesinden, mısır buğday zamanı orak ve kağnı sesinden geçilmezdi. İnsanlar çalışır, çabalar, yoktan var edercesine geçimini sağlardı. Bölge erkeklerinin çoğu da Zonguldak’a dağları delip, ekmeği yerinden söküp almaya koşardı. Tabiî ki bunlar da bir ortaçağ masalı değildi!.
Şimdi ise birçok yer ve bölge gibi, çağın toplam etkileri altında Filyos Irmağı boyu ve çevresi çok değişti. 1950’li yıllardan sonra yavaş yavaş hızlanan keser sesleri yetmişli yılların sonunda zirvesine ulaşarak, daha sonra yerini makinelere bırakarak sustu…
Kim ne derse desin, bu süreç, yeni bir ana kentleşme bölgesi doğurdu. Bu bölge, Filyos, Saltukova, Çaycuma, Karapınar, Perşembe, Bakacakkadı, Çaydeğirmeni, Gökçebey ve Devrek coğrafyasına yayıldı. Bu yeni kent bölgesine; Çayköy, Karamanlar karayolunun açılmasıyla, yeni köy altı yerleşim birimleri de katıldı. Şimdi, bölge inkar edilemez bir gerçeğin içindedir. Nereden baksanız on yıl sonra sadece bu bölge yüzeli bin nüfusu bulunduracak durumdadır…
Tam bu noktada, birkaç söz de Zonguldak şehir merkezinden söz etmemiz gerekmektedir. Teorik ve pratik olarak kömür madenine bağlı ve bağımlı bir kent olan, Zonguldak ise miadını doldurmuş, birçok sosyal bilimciye göre de doldurmaktadır. Bunda hem gelmiş geçmiş hükümetlerin rolü olduğu gibi mülki yöneticilerin ve belediye başkanlarının sorumlulukları büyüktür. Çünkü bu yöneticiler, Zonguldak’ı “şehrin Asma çıkışına bir kapı, Kozlu çıkışına bir kapı, Gacadan baba dağına çıkmak ise her babayiğidin harcı değil. İşte sana evirip çevirip yöneteceğin bir kent; Zonguldak” olarak düşünmüşlerdir. Bu mantıkla söylenmiş olmalı ki; geçmişin büyük başlarından birinin “bu madenlerde elli bin koyunum var” dediği hala ileri sürülür…
Sadede gelmek gerekirse, artık Zonguldak şehir merkezi hızla küçülmektedir. Sadece şehir merkezindeki caddenin boyuna göre, gündem ve siyaset üretmek de çökmüştür. İşaret ettiğimiz bölge ise hızla büyümekte, sanayileşmekte ve modernleşmektedir. Bu bölge insanı, çözüme de çözümlemeye de insan hareketliliğine de ağırlığını koymuş görünmektedir. İki bin yılı içinde yapılan iki seçimde de durum açık seçik görülmektedir. Bölge insanının ana mantığı kendi kaderine hakim olmak istemektedir. Bir milletvekili iktidar partisine, bir milletvekili muhalefet partisine gönderme yapmıştır!...
Bu gün yapımı devam eden; özellikle Sapça Tüneli Zonguldak Şehir merkezi arasındaki yol yapımı şu veya bu nedenle sekteye uğramazsa, yakın zamanda Gökçebey-Devrek-Çaycuma arasındaki, karayolu ulaşımı, ortalama otuz dakikalık bir zamana inecektir. Bölgedeki ilçe, bucak ve köy yerleşimleri ulaşımının da kolaylaşması çok şey demektir.
Önerilere gelecek olursak;
1. Kim ne derse desin, bölgede artık yeni bir kent alanı doğmuştur. Bölgede acilen bir belediyeler birliği kurulmalıdır. Bu alanı, idari ve mülki yöneticiler görmek ve işbirliği yapmak zorundadırlar. Artık bölgede belli bir ölçeğin üzerindeki yatırımlar, ilçe merkezleri gözetilerek değil, bölgenin tüm değer ve dengesi gözetilerek yapılmalıdır. Bu bakışla, temel işbirliği, başta biricik Filyos Irmağının kendisi ve çevresindeki eşsiz doğanın korunması yönünde olmalıdır. Çöplerin ırmakla buluşması önlenmeli, insan artıkları için üç ilçeyi de kapsayan arıtma tesisleri konusunda ciddi bir planlama ve işbirliği yapılmalıdır. Yapılan iş ve işlemler; “Su akar, birileri bakar” noktasında kalmamalıdır.
2. Ülkemizin ve dünyanın eşsiz eserlerinden Tios Antik kenti mutlaka korunmalı, insanlık tarihi boyunca, insanlığın mirası olan bu eserlerin çevresinde kentleşme ve sanayileşmeden, popüler yatırımlardan kaçınılmalıdır. Sanayinin ana yapısına uygun başka yerlerde arsalar üretilmeli, seçenekler tartışılmalıdır.
3. Dünyanın hiçbir yerinde tarihi ve süreci olmayan kent yoktur. Hiçbir kent de gökten zembille inmemiştir!. Bu sürecin başladığı iyi görülmelidir. Şimdiden modern bir büyük kent oluşumu göz önüne alınmalı, verimli tarım arazileri, yapılaşmaya kaptırılmamalı, sanayi arsası üretimi için izlenecek yol, konut ve yapılaşma konusunda da izlenmelidir.
4. Devrek-Yeniçağ karayolunun revize edilmesiyle birlikte, Ankara ile bölge arasındaki mesafenin iki-iki buçuk saate, İstanbul’a ulaşmanın dört veya dört buçuk saate düşecek olması iyi okunmalı, bunun Zonguldak-İstanbul ulaşımının bir kısmının bölge üzerinden yapılacağı görülmelidir. Bu nedenle, mevcutları korunarak, özellikle Gökçebey’i de dışarıya açacak bir merkezi otobüs terminali mutlaka gerçekleştirilmelidir.
5. Yerel ve ilçesel rekabet olmakla birlikte, dışa açılmada bölge birliği görünümünü gerçekleştirecek çalışmalar yapılmalı, bazı markalaşmalar buna göre seçilmelidir. Gerekirse bölgenin tümünü kapsayan bir isimleşmeye gidilmelidir. Önümüzdeki on yılda il kimliğinin bölgeye taşınacağını düşünerek, bu isim önerisi de bu satırların yazarından olsun. Bu bölgeyi kapsayacak isim, bölgede bulunan üç ilçenin ilk hecelerinin anlamlı birleşimidir. Bu oluşuma; GÖKDEVÇAY’da denilebilir, DEVGÖKÇAY’da, ÇAYGÖKDEV’de denilebilir. Bu olasılık kaç şekilde yazılabiliyorsa meraklıları denesin. Lakin şimdiden bölgenin ana giriş yollarında, üç ilçeye de vurgu, onursal anlam ve ses uyumu bakımından yakışacağını düşündüğüm; DEVGÖKÇAY’A HOŞGELDİNİZ diye bir tabela görüyor gibiyim…
Artık sözü uzatmaya gerek yok. Yoksa çıkar birileri “Sözün fazlası ahmağa söylenir arkadaş” demez mi?....