Okullar Açılırken Köy Enstitülerini Anımsamak

Eğitimin en iyisi, başarılı olanı, öğrencide öğrenme mutluluğu, öğrenme heyecanı, öğrenme merakı uyandırır. Yani öğrenmeye eğilimli, yatkın, istekli hazır hale getirir öğrenciyi. Başarısız eğitim ise öğrenciyi yıldırır, uzaklaştırır, nefret ettirir. Elinden gelse kaçırır öğrenciyi.
          Köy Enstitülerinde okulların açılması diye bir kavram yoktu. Zaten açıktı okul. Öbür çalışmaların yanında kültür derslerinin de başlaması tarihi vardı. O da güz ayları, çoğunlukla eylül… Her dersin kitapları önceden dağıtılır. Onlar güzelce kaplanır. İlk sayfaya kalemle adımız soyadımız numaramız, sınıfımız yazılır. Tatlı bir heyecan ve merakla derslerin başlama günü beklenir. İyi anımsarım, tatlı bir merakla karıştırırdım kitapları. Neler yazıyor diye bakardım. Bunları öğrenince daha bilgili, daha önemli kişi olacağız diye böbürlenirdim. Okumuş insan olmanın gizemli görkemi büyürdü gözümde. Demek bizlere öyle bir değer yargısı verilirdi. Cahil insan, bilgili insanın farkı gözümüzde büyük önem taşırdı.
         

Onun için öğrenme susuzluğu içindeydik. Başarılı eğitim, sanıyorum öğrencide bu duyguyu uyandırır. Arkası da çorap söküğü gibi gelir. Ama bunun elbet koşulları var. Öğretilen bilgiler ilginç olacak. Bir işe yarayacak. Öğrencinin merakını doyurucu cinsten olacak. Bir işe yarayacak, yaşama katkı getirecek. İşe yaramaz havada anlamsız şeyler olmayacak. Ezber değil, düşünerek anlayarak, ele dile gelen konular olacak. Hiçbir şey anlamadan, zorla ezberletilen bilgiler nasılda sıkar insanı. Herkesin başından geçmiştir. Şimdi bunu yaşayan öğrenci, öğrenmenin tadına varabilir mi? Nefret etmez mi dersten de okuldan da… Her gün görüyoruz, tanık oluyoruz, öğrenciler okullarını da, öğretmenlerini de, kitapları da sevmiyorlar. Bunun üstünde neden hiç durulmaz? Önemli bir konu değil mi?
          Ben çok iyi anımsarım, öğretmenlerimizi de, okulumuzu da seviyorduk. Hele bazılarının ders saatini heyecanla beklerdik. Hiç yalanım yok. Yeni şeyleri öğrenirken sevinirdik. Mutlu olurduk. Köy enstitülerinde yaratılan bu hava, bugün öbür okullarımızda neden yaratılamıyor? Bir eksiklik bir yanlışlık yok mu bunda? Bence ders programlarının, ders kitaplarının yanlışlığından, yaşam gereklerine uzak olmasından geliyor bu. Bir de elbet öğretmenlerin tutumundan, Ben iyi öğretmenlerle birlikte çalıştım. Mesleği sevmeyen, öğrencilere düşman gibi bakan arkadaşlarla da çalıştım. Öğrenciye kötü davranan, dersini sevdiremeyen öğretmen, hem kendisine hem öğrenciye kötülük ediyor. Onları uzaklaştırıyor. Okulu cehenneme çeviriyor. Kendisi de mutsuz oluyor. Öğretmenlik sevgi mesleği. Öğrenciyi kendi çocuğumuz gibi sevmeden, onunla içtenli olarak ilgilenmeden olmaz…
         Bu açıdan bakınca öğretmen yetiştirme konusunda söylenecek çok şeyler var elbet. Sık sık okuyoruz, duyuyoruz, durmadan öğrenci dövüyorlar. Öğrenciye kötü davranıyorlar. Orada eğitim yok demektir.
         Ben köy enstitüsü öğrenciliğimde tek bir tokat yemedim, hiç kötü söz duymadım. Arkadaşlarımda öyle. Buna karşın hiçbir yaramaz durum, bir disiplin olayı geçmezdi. Öğretmenlerimize karşı son derece saygılı idik. Bir kaş çatmaları yeterliydi. Ayıplanmak en büyük ceza idi. Nasıl oluyordu bu? Doğru eğitimin gücü burada işte. O hava kendiliğinden yaratılıyordu. Çünkü arkada İsmail Hakkı Tonguç gibi bir eğitimci vardı. Her durumda onun etkisi yansırdı. Köy Enstitülerine sık sık gelir, öğretmenleri de yetiştirirdi. Çok sonra kendilerinden duyduk, “biz öğretmenliği köy enstitülerinde öğrendik” derlerdi.
         Bunların yanında öğrencilerin zamanını iyi değerlendirmek, öğrenciyi yararlı uğraşlara yöneltmek. Boş zamanlarını doldurmak. Çok kitap okumalarını sağlamak, müzik çalıştırmak, resim yaptırmak, sportif çalışmalara önem vermek… Hiç boş zamanımız yoktu bizim. Kitap okurduk, müzik çalışırdık, tartışırdık… Genç insanın boş kalması tehlikelidir. Kötü alışkanlıklara yönelir. Onun zamanını yararlı uğraşlarla doldurmak gerekir. Özellikle güzel sanatlarla ilişki kurmaları çok yararlı olur. Şiir edebiyat, müzik, resim, spor… Çok duyarlı dönemleridir, ilgi duyarlar. Onları yönlendirmek okulun öğretmenin görevidir. Bu açıdan bakınca bugünkü eğitimimiz acınacak düzeydedir. Gençlerimiz onun için okulu sevmemektedir.
          Okullar açılırken öğrencilerin haline bir bakın, nasıl bir yılgınlık, isteksizlik… İnsanın içi burkuluyor.
Talip Apaydın
Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Bülteni
Sayı 22 / Eylül-Ekim 2010

 
Facebook'ta Paylaş...

Haber Tarihi:2010-10-26
Bu haber 1859 kez okunmuştur...

 
  İstatistik
  Dün : 1045
  Bugün : 1183
  Toplam: 6453459
   Online :

  402 konuk,

 
Tefen67.com

<< Ana sayfaya Geri Dön <<

Yorumlar

Henüz Hiç Yorum Yazılmamış.

Bu Habere Yorum Yazın

ELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
Adı Soyadı :
Email :
Mesajınız :
Güvenlik Doğrulama