Merkez İlçe, Kömürü Yuttu.

Ereğli ve Amasra’nın Cibâlinde (dağlarında) maden kömürü zuhûr eden (ortaya çıkan) yerlerin çoğunluğu Emlâk-ı Hümayun arazisiydi. Padişah Abdülmecid’in, 7 Eylül 1848 tarihli ilmühaberi gereğince, bu araziler vakıf haline getirildi.
 
Ereğli Kazasında kömür madeni olan yerlerin sınırı: “Karadeniz sahilindeki Hisarönü’nden Kurt’a ve Değirmenözü’ne. Oradan Çarşamba (Çaycuma) Kazası içinde sırasıyla Sofuyar, Köroğlu, Celebcioğlu, Salça (Sapça), Tasmacı, Pazarcık, Faca(?), Sosunlar’a(?), Ereğli Kazası içinde sırasıyla Abacıoğlu, Neharlar(?), Arifler(?), Küçüçük(Gücek), Elmacı, Sucullu, Cebeci, Karıca(?) ve Yanioğlu’na(?), oradan sahildeki Değirmenağzı’na ve oradan da deniz sahili boyunca Hisarönü’ne” şeklinde köy adları verilerek belirlenmişti. ‘Zonguldak’ adının bulunmadığı bu ilmühaberde o tarihte belirlenen sınırlar, bu günkü Merkez İlçe’nin oluşumunun habercisiydi.
 
Havza Darphane-i Amire’ye bağlıydı önceleri… Sınırları belirlenen kömürün, işletmeciliği daha sonra da Hazine-i Hassa’ya ait oldu… 1865 yılında Ereğli kömür madenlerinin bulunduğu arazi Padişah tarafından Tersane-i Âmire’ye ‘vakıf ve tahsis’ edildi. İlk koruma padişah üzerine tapulatarak yapılmıştı. Daha sonra askeri otorite, yayınladığı bir ‘teamülname’ yasaklarıyla engelledi izinsiz yapılaşmayı…
Ormana mükellefken bir de kömür eklendi mükellefiyetlerine, çevredeki orman köylülerinin... Önce Karadağlılarla, İngilizlerle çalıştılar. Alman, İtalyan, Fransız sermayesiyle tanıştılar daha sonra. Karamayan, Hallaçyan, Rombaki ve Boyacıoğlu maden patronuyken, çevredeki orman köylerinden getirilenler Kazmacı, Küfeci ve Kiracı taifesiydi… Bahriye işletmecilerine mükelleflerin sayısı yetmeyince, dışından da göç aldı şehir... Hazırlık ve yerüstü işleri Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’dan gelenlere yaptırıldı.
 
1908’den sonraki sivil idareler döneminde çıkarılan ‘Teskere i Samiye’ sadece Zonguldak ilçesinde değil tüm Havza-i Fahmiye’de (kömür havzası), zilyetlik yolu ile mülk edinmeyi yasakladı. 1900’lerin ilk çeyreğinde yüzlerce kömür ocağı, kömür harmanı, direk harmanı, dekovil ve chemein de fer hattı, liman ve yükleme iskelesi, lavuarlar, atölyeler, tamirhaneler, bürolar, resmi daireler, yönetici ve teknik personelin kaldığı villalar, tenis kortları, bekâr evleri (pavyonlar) yapıldı. Amele barakaları, amele bakkalları ve kahvehaneler doluştu sanayi tesisleri çevresinde… Okullar, ibadethaneler açıldı. Ona yakın dilin konuşulduğu heterojen bir madenci topluluğu ve yeni toplumsal ilişkiler oluştu.
 
Cumhuriyet’ten sonra tartışıldı bir dönem kent, kömür ilişkisi…1936’da İsmail Habib Sevük, şehrin içinden geçen demiryolunun kaldırılması söz konusu olunca, kömüre taraf olanların sözcülüğünü yaparak: “Burada asıl olan kömür, gerekirse şehri kaldırın” dedi. Olmadı. Kent kaldırılamadı. O halde kent, kömürle birlikte yaşamayı öğrenmeliydi.
 
1940–47 yılları arasında uygulanan iş mükellefiyeti ile havza köylüleri bir kez daha ocaklarda yasa zoruyla çalıştırıldılar. Kömür, demiryolu ve denizyolundan taşınacaktı. Kömür taşımak için, karayolu gereksizdi. Karayolu, köylerle ocakları birbirine bağlayan ulaşım ağı olarak lazımdı ancak. Münavebeli çalışma düzenini disipline etmek için açılmıştı o da... Daha sonra banliyö hattı ile çözülmesi planlandı iş gücünü sorununun… Gruplu işçiler pavyonlarda kalıp madenlerde çalışırken aileleri de köylerde hayvancılık ve ziraat yaparak geçimlerini kolaylaştıracak ve toprakla bağlarını sürdüreceklerdi. Bu şekilde aynı zamanda, mürettep köylerde yeni madenci adayları yetişecekti. Daimi işçiler için ise, bahçeli evlerin inşasına kakar verildi. Böylece çalışanlardan mühendis, tekniker ve teknisyenler ile birlikte ustabaşı, ocak şefi gibi daimi çalışan nitelikli işçiler, ocak civarında aileleri ile birlikte yaşayabileceklerdi.
 
1940’da devlet, arazinin tümünün altı ve üstü ile kullanma yetkisi verdi EKİ’ye… Kömürü geliştiren EKİ, kömürün üstüne kurulu yerleşim yerlerini de büyüttü… Sorun, Zonguldak şehir merkezinin, 350 milyonun üzerinde yaşı olan karbonifer penceresi (Kozlu Formasyonu) üzerine kurulmuş olmasıydı. Bolu’dan Kastamonu’ya kadar uzanan Karabük ve Bartın’ı da içine alan il sınırına (tüm kömür havzası) sahip olduğu halde, il merkezi, kömürün üzerinden uzaklaştırılamamıştı bir türlü. EKİ, adına “Zonguldak Cumhuriyeti” dedirtecek dev yatırımlarla geliştikçe, il de büyüdü; hatta öylesine bir büyümeydi ki bu, içinden üç il çıkaracaktı.
 
Zaman içinde göçle gelenlerin, sanayi ve sosyal tesislerin yakınında ikamet etme istekleri engellenemedi… Kömür üzerinde işçi barakaları ile başlayan kaçak yapılaşma, gecekondulaşma ile devam etti. Yapılaşma izinleri, imar affı, tapu tahsis belgesinden sonra Teskere-i Samiye’nin de kaldırılması ile bu noktaya gelindi. Sözün özü, kömürün üstündeki Zonguldak Merkez İlçesi, kömürü yuttu…
 
Şehir plansızlık üzerine kurulmuşken, kömür ve kömüre bağlı sanayi ve sosyal tesisleri, kelimenin tam anlamıyla bir planlama harikasıydı. Kardemir, Sümer Ateş ve ÇATES demiryolu üzerinde sıralandı birer birer… ‘İç Anadolu’dan gelip kömüre giden demiryolu’, Çatalağzı garında soluklanıyor, burada bulunan lavuarın yanından geçerek Zonguldak limanına ve lavuarına ulaşıyordu. Üzülmez ve Kozlu ile birleştirildi. 5 ayaklı İnönü Köprüsü ile de kesintisiz şehir trafiği ve kesintisiz kömür nakli sağlandı.
 
Projenin eksik kalan tek kısmı Ereğli’ye ulaşamamış olmasıydı rayların… Henüz ERDEMİR yoktu o planlarda… Taşkömürü havzasının kalbi Zonguldak seri kömür yükleme limanı, demir ve denizyolu ile iç vatana bağlanmıştı… Kardemir’in kuruluşuna tanıklık etmiş, efsanevi ustabaşlarından Hasan Usta’nın deyişiyle: “Divriği madeniyle Zonguldak kömürü buluştu; Karabük’te düğün dernek kuruldu…”
 
 
Kömüre bir başına yetmezdi demir. Enerji de gerekti. Bu niyetle başlanan Çatalağzı Termik Elektik Santralının (ÇATES), üst üste gelen ekonomik bunalımlar nedeniyle gecikmeli olarak da olsa 10 Temmuz 1946’da inşaatına başlandı. ‘English Electric’ firması yapacaktı santrali… Kömür, demir ve elektrik mekânlarını birbirine bağlayan demiryolu üzerindeki eksiklikler ‘Amenajman Programı’ ile tamamlandı. Karadon Bölgesi’nin bütün üretimi -360 kotundaki transfer istasyonunda birleştirilerek Çatalağzı kuyusuna verildi. Oradan yerüstüne çıkarılıp, Çatalağzı lavuarına sevk edildi. Burada zenginleştirilen kömür doğrudan doğruya vagonlarla KARDEMİR’e sevk ediliyordu. Ticari değeri düşük, yüksek küllü ürünlerse ÇATES’in sahasına aktarıldı. Koşullar değişmiş ama üretimdeki denklem değişmemişti. KARDEMİR’e, ÇATES’e ve ERDEMİR’e ne kadar çok kömür gönderiliyorsa, o kadar da maden şehidi giriyordu toprağa. Önceki yıllarda olduğu gibi tıpkı…
 
Devran döndü. Kavram değişti. Kömür değil de şehir asıl oldu. Oysa sıradan bir madenci kasabası değildi Zonguldak… Altı kömürle doluydu, yaşayan bir madencilik müzesiydi üstü de. Ülkenin iki yüzyıllık endüstri tarihine ışık tutan anıt yapıları mekânıydı aynı zamanda. Markası “kömür” olan bu şehre en azından bu nedenle saygı duyulması gerekirken, ne varsa yıkıldı geçmişten kalan. Kok Fabrikası… Ereğli Şirketi Müdürlük Binası… İhsaniye İşçi Yurtları… Zonguldak Merkez Lavuarı… Daha niceleri gibi bu yapılar yok artık bu coğrafyada. Kendileri gitti, iç yakan bir anı demeti olarak,  fotoğrafları kaldı yadigâr. Ayaktaysa bir tek liman vardı artık…
 
Biz elimizde ne varsa yıkıp yok ederken, başka sularda yüzüyordu insanlık. Yarınlara daha umutlu yürüyebilmek için geçmiş gelecek ilişkisini kurmanın önemini gördü ve yeni tanımlar geliştirdi kendine. Bunlardan biri de “endüstri mirası” kavramıydı. Sanayi tesislerinin tarihsel, teknolojik, sosyal, mimari veya bilimsel değere sahip kalıntılarından oluşan ve bir zamanlar endüstriyel alanda hizmet veren yapıların günümüze aktarılarak değerlendirilmesinin adıydı bu. Yaşam denilen yolculuğun en etkin döneminin geçtiği işyerlerinin, bir kenti ya da ülkeyi mamur kılan tesislerin, geleceğe devri önem kazandı bu yüzden. Üretim kültürünün gelecek kuşaklara aktarımı kadar, tarihsel süreci de canlı olarak izlenebiliyordu böylece. Bunu başaran toplumlar, yaşam kalitesini geliştirdiler, değer kazandırdılar insanlığa. Başaramayanlarsa, geçmişinden koparak köksüzleştiler…
 
Biz de insanlığın o büyük yürüyüşündeki onurlu yerimizi almak için adımlar atmalıyız şimdiden. Soysuzlaşmamak, tarih içindeki ayak izlerimizi yitirmemek için sahip çıkmalıyız değerlerimize. İşte Armutçuk Varageli… Kozlu ve Üzülmez’de bir mimari anıt, bir şehirleşme harikası gibi duran Mimar Seyfi Arkan Yerleşim Projeleri… Üzülmez’de 1897’de yapılan ve hala dik duruşuyla geleceğe doğru uzanan Rombakı Lauvarı… Filyos Ateş Tuğla Fabrikası… Ülkenin enerji okulu olmuş Çatalağzı Termik Santralı… Karadon Bölgesinin lavuara uzanan yeraltı tesisleri ile Çatalağzı Lavuarı… Tüm bunlar endüstri mirası, şu acılı kentin yoktan varoluşa doğru giden sancılı sürecinin canlı tanığı olarak korunmayı bekliyor bizden. Başarmamak için kendimizden başka hiçbir engel yok, emin olun…
Ekrem Murat Zaman –(Maden Müh.)

 
Facebook'ta Paylaş...

Haber Tarihi:2010-10-23
Bu haber 2441 kez okunmuştur...

 
  İstatistik
  Dün : 1045
  Bugün : 1176
  Toplam: 6453452
   Online :

  396 konuk,

 
Tefen67.com

<< Ana sayfaya Geri Dön <<

Yorumlar

Henüz Hiç Yorum Yazılmamış.

Bu Habere Yorum Yazın

ELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
Adı Soyadı :
Email :
Mesajınız :
Güvenlik Doğrulama