Anadolu Ajansı'ndan Erdinç Aksoy'un haberi bence günün en önemli haberi.
Filyos'taki antik kentte kazı yapan Prof. Dr. Sümer Atasoy'a ne zamandır bu soruyu sormak istiyordum.
"Hocam antik kazıların hemen yanındaki vadide kurulacak sanayi sitesi ile bu iş nasıl yan yana olacak. Bu bir çelişki değil midir?" diye.
Sağolsun.
Erdinç sormuş.
Cevap beklediğim gibi.
Hoca müthiş bir çelişki ortaya koymuş.
Buradaki antik kentin henüz önemi kavranmış değil.
Şimdi ortada bir çelişki var.
Ve bu çelişkiyi Sümer Hoca çok açık bir dille ifade etmiş.
Detaylar haberin içinde var.
Sadece tarih değil.
Bu çelişkiyi kuvvetlendiren başka etkenler de var.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nden Mustafa Yüce daha önce kaleme aldığı yazılarında buradaki geniş ve zengin tarım arazisinin değerlendirilmesi gerekirken üzerinde büyük sanayi kuruluşlarının baca tüttürecek olmasını pek kabul edemiyor.
Ama yalnız.
Başka bir çelişki var.
Vali Erdal Ata bu çelişkinin fazlasıyla farkında.
O da artık uyanan ve sanayi kuruluşlarını kıyılara değil iç kesimlere yapan Avrupalıların aksine bizlerin hala bunu fark edemeyişimiz.
Yahu her tarafa engebe olabilir ama biz gidip neden bu bakir bölgeye sanayi getirmek için çaba sarf ediyoruz?
Bu düşünce ne kadar doğru?
Bazen düşünüyorum.
Karadeniz'de çok nadir koylardan biri Filyos.
Tarih ve doğa iç içe.
Tarihe sadece dokunduk.
Karadeniz'de ki tek antik tiyatronun yanı sıra devasa bir antik kentin olduğunu gördük.
Bu izlenimlerin ardından daha neler geleceğini bilemiyoruz.
Anlatılanlara göre çok özel bir antik kent.
Diğer tarafta küresel ısınmayla birlikte tarıma elverişli hale gelen coğrafya.
Ortada bir nehir.
Ve biz bu nehir yatağının üzerinde fabrikalar yapmanın hayalini kuracağız!
Mı acaba?
Biz gazeteciler de aslında pek tanımıyor, görmüyor ve irdelemiyoruz.
Abdülhamit döneminden kalan ve hala hayata geçirilemeyen Filyos Projesi'nin hesabını sorarken bunlar aklımıza gelmiyor.
Bizim dilimize doladıkları masalı bizde gazeteciler olarak başkalarına anlatıyoruz.
Belki de kamuoyunu yanıltıyoruz.
'Filyos'a neden yatırımcılar gelmedi, kazık çakılmadı' derken belki de kötülük ediyoruz.
İhanet ediyoruz.
Biz ihanetleri severiz.
Zonguldak basını şimdilerde bunun tam tersini söyleyebilir mi?
Bana kalırsa denemeli.
Galiba ben önceki görüşlerimden vazgeçtim.
Daha önce de bu çelişki ifade etmiştim.
Ama galiba bu sefer kafam daha fazla karıştı.
İyi de bu işlere kim kafa yoracak.
Biz, hepimiz yormalıyız.
Tarih ve doğa bir tarafa.
Geri kalmış ülkelerde bile sahillere sanayi kuruluşlarının yapılması tartışılmaya başlanmış ise bir daha geri kalmış olamayız!
İç kısımlara yapılan sanayi kuruluşları ürettiklerini limana demiryolu ve karayoluyla ulaştırabilir.
Zonguldak bu ihanet tellallığını yeniden bir değerlendirmeli.
İlgili kuruluşlar bu konuda acil bir çalışma yapmalı.
Farklı bakış açıları bir yerde değerlendirilmeli.Açgözlülük yapıp böyle bir ihanetin içinde olmalı mıyız, olmamalı mıyız?
Muhtemelen Sümer Hoca'yı günah keçisi ilan ederiz.
Noktalı Düşlerin Şiiri
belki de yeterdi bana dört dize_
yazamadıklarımla_ sustuklarımca
Uzansaydın dizlerime tükenen zaman boyunca
Okşar mıydım ak düşmeye yüz tutan saçlarını
Seyretseydin yalnızlığı gözlerimin buğusunca
İntiharım olur muydu asılsız bakışların
Askıda bırakmayıp uzatsaydın çırpınan ellerini
Zaman kazanır tanır mıydı tenimin rengini
Soluklanır mıydı yorgun/ dalgalı susuşların
Bir salkım içseydi nefesimin dingin sesini
Tatsaydı kanar mıydı kendini sınayan parmakların
Kandırır mıydı çatlayan/ küs teninin kekreliğini
İlmek ilmek dokunsaydı düşle aldatan dudakların
Zahir açar mıydı tutsak/ ebrulî öpüşlerim
Usulca sokulan suça susamış yanılgın avuçlarım
Azat olur daha fazla ister miydi köz yalım tenini
Sen terleyen tebessümüne bir yenisini eklerken
Sevdan sarsıla sarsıla geçer giderdi içimden
… … …
ah içimi nasıl da çizerdi noktalı düşler..
Atilla Öksüz
"Başyazı"
Pusula Gazetesi