Zonguldak Kömür Havzası Üstüne Notlar “ Eylül 1937”
Zonguldak üzerine yazılar yazan Mehmet Seyda’nın 1937 yılı Eylül ayında Zonguldak’a geldiğinde Zonguldak hakkında 7 günlük aldığı notlar Yeni Ufuklar Aylık Sanat, Düşünce Dergisinde 1969 yılında yayınlanmış.

Bizde okuyucularımız ve takipçilerimiz için Mehmet Seyda’nın 7 günlük notlarını paylaşıyoruz

Mehmet Seyda ( 1919-1986)
Mehmet Seyda, 1937- 1943 yıllarında Zonguldak’ta Ereğli Kömürleri işletmesinde memur olarak çalışır. Zonguldaklı yazar-araştırmacı Ahmet Naim ile sıkı dostluk ilişkileri kurarlar. Mehmet Seyda’nın Zonguldak Hikayeleri (1962) , Başgöz Etme Zamanı (1963), Anahtarcı Salih ( (1969) adlı öykü hikaye ile Yanartaş (1970) adlı iki ciltlik belgesel romanı bu yıllardaki yaşamına ve gözlemlerine dayanır. (Hamit Kalyoncu-Kömürde Açan Çiçek-Pervaz Yayınları-2005)

Zonguldak Kömür Havzası Üstüne ilk Notları
 Eylül 1934
YENİ UFUKLAR:  Aylık Sanat, Düşünce Dergisi  Yıl:1969-Sayı:205- Can Yayınları-1969- İstanbul
Mehmet Seyda
                Sayfa:31
                1.9.1937 :
                (Otelde.) Karadeniz vapuru,. Güverte yolcuları. Yorganlar döşekler  salıncak ipleri çocuk sesleri yanık gurbet türküleri. Gemide tanışmış, ta buruna oturmuş üç arkadaşız: Oğuz, Aydın ve ben.
                  Oğuz'la Aydın kardeş çocukları.
                  Bir hafta sonra İstanbul'a dönecek Aydın
                  Zonguldak'ı şöyle bir gözeye gelmiş.
                  Oğuz'un babası «Amele Birliği Muhasibiymiş»
                  kendisi 2 ay sonra
                  petrol mühendisliği için Amerika yolcusu.
                  Babamın yanma gidiyorum ben.
                  Geceyle birlikte sis bastırdı. Özetleri giydik, kaldırdık yakaları yukarı. Hafif hafif, küçük iğne uçları gibi batıyor sis. Sarı muşamba giymiş gemi adamlarından biri geldi buruna, üzerinden örtüsünü açıp kaldırarak, sis çanını çalmaya başladı, Tiz, acı tınlayışlar koptu çanda. Birincidekiler, ikincidekiler geldiler, yavaş yavaş doldurdular güverteyi. Parmaklıklara abanıyorlar, kendi aralarında konuşarak; işkilli  bakışlarla, hiçbir şey göstermez olan ölü denizin yüzünü tarıyorlardı, Gecenin 9'uydu o sıralarda,   kuzeyden belirsiz pıtırtılarla, gelip boşalan bıldırcın yağmurunun başladığı anda elifi elifine  9 buçuk. Kadın çığlıları güverteyi sevince, korkuya boğdu. Hepimiz kısa bir şaşalama dönemi geçirdik , iri kiyim aşçıbaşı ile yamaklarına gün doğdu
              Sayfa:32
             Onlar, kimselere bırakmaksızın, bıldırcınları ağ torbalara, sepetlere doldurup doldurup götürdüler. Gene de kolayca tüketemediler. Oğuz'un valizi dibine düşen birini aldım avucuma, sevdim. Sıcacıktı, yumuşacıktı, ürkekti kuş. Yamaklardan biri, «Ver onu..» dedi. Verdim. Aydın, «Keşke vermeseydin..» dedi. «Ne yapacaktım vermeyip?» Oğuz, «Babama götürürdüm..» dedi. Doğrusu, babama bıldırcın götürmeyi hiç düşünmemiştim ben. Sis falan unutuldu. Saat 23 sularında, ağırca sallanan vapur, Zonguldak Limanı mendireğinin kör bir kandil gibi yanan kırmızı ışığını buldu. Demir saldı suya ve gene sallandı ağır ağır.
              Şimdi otelden görünüyor cilâlı ayna suda geniş kubbeyle bitiştikleri ufuktaki soluk pembe izin. Bu sabah cıva dolu bir çanağa benzemekte kurşuni rengi denizin.
              Biz
              öfkeli bir insan göğsü gibi kabaran
              « Hoş tepelerden seyretmekteyiz
              ışıklatın uzayıp
              ışıkların kısalışlarını.
             Çay damardakilerse
             duyarmış sade
             Limana girmiş gemlerin
             denize demir salışlarını
             2.9.1937 :
            Keçi Nazım’la Etibank Partisipasyonlar Şefi Muammer Taylan Bey gelmekteler her akşam. Çağıran, babam. Yiyorlar, içiyorlar. Yediren içilin, babam. Bir şişe rakı, beyaz peynir, kavun, kutu sardalyesi, yalancı dolma. Şarkılar, şiirler gırla. Divan Edebiyatı, Edebiyat-ı Cedide ve Nazım Hikmet. Nâzım'a bayılıyorlar — Keçi Nâzımla Muammer bey
             Sayfa:33
             İ
kisi. «Burada bir şair Celâl vardır, o da böyle şiirler yazar..» diyorlar. Onlar gidince, «Aman ha oğlum, aman ha..» diyor babam. «Bırak onlar söylesin. Sen sen ol, atılgan olma. Uslu ol, akıllı ol !» ,
             Duyduklarımdan ve görebildiklerimden sonra bende ilk izlenim :
            'Açılmış yerin altına
            Sapsız kara kanlı kapak
            Bu kapaklar üstüne kurulmuş
            Zonguldak.
            3.9.1937 :
          
Oğuz'lara uğradım. Onu ve kardeşi Alp'i, Aydın'ı aldım, Küçük Kapuz'da yüzmeğe götürdüm. Biliyor muydun daha önce burasını? Bilmiyordum. Kimden öğrendim? Liman kâtibi Antakyalı Keçi Nâzım Beyle Muammer Bey'den. Kim bunlar? Babamın arkadaşları, iki kafadar. «Şey» geçinirler, şiir sever, güzel içki içerler. Aydın sordu: Baban da «şey» mi? Bir ışık yanıp söndü gözlerinde. Hayır ne münasebet., dedim. Muammer Beyin, İşletme Ticaret Müdürü Şakir Beye söyleyip, maaşını arttıracağım umuyor babam. Aydın bir ağaç altına oturdu, kitabını açtı, okumaya daldı. Denizi sevmez, yüzme bilmezmiş. Oğuz'la, Alp’la denize girdik. Oğuz'u, Alp'i değil, en çok Aydın'ı seviyorum ben. Dün gece şair Celâl’le tanıştırıldım. Şiirini okudu, aklımda şu sinir mısralar kaldı : «... kafasatasımda ankebut / gül dudaklı, sümbül yanaklı mabut.» Ankebut nedir? Dedim. Örümcektir, dedi. Piposundan bir nefes çekip, çini mavisi gözlerini gözlerime dikti. Başka, yere kaçırdım gözlerimi. Duygularımın sert kayalıklarına takılmış kancalar var sanki. Acaba hangisini sökmeli, hangisinden kurtul malı? Ağır ve temkinli ellerse, biriktiriyor içimde azar azar,, o «sabırtaşı»' adlı masalı.
          Sayfa:34
          4.9.1937 : (Küçük Kapuz.)
         Sonyaz.           
         Yalnızım.
         Sular masmavi sular bembeyaz
         çatlıyor kayalıklarda. 
         Patiska gömlekle denize girdi Beleda
    Fenercinin kızı Beleda. Tombul ve kara saçlı. Girerken bana baktı, Bakmak istemezdim, gözüm kaydı. Çoluk çocuk sağından dalıyor, solundan çıkıyordu onun. Ona su atıyor, onu bağırtıyorlardı. Saate göz attım; 1‘i 35 geçiyor. Saat 12'yi 10 gece babam otelde.
          İşi gücü olmayan 120 dakkaya arkadaşlık etmek.
          Hoş şeymiş meğer
          boş bir kavanoz gibi oturup
          Beleda'yi ve dalgalı suları seyretmek!
          Artık kalkmalı, otele dönmeli.
         5.9.1937
        Taflanlar arasında karşılaştık. Bakıştık geçtik. Onun rengi ağarmış, sanırım, benimki onunkinden daha çok kaçmıştı. Bunu kendime yediremiyorum, neden yediremediğimi de bilmiyorum. Bir şiir yazdım, gene karşılaşırsak vermek üzere :
         «Kartal gönlüm, kaç gün var, vurulup indi yere
         «Kuş, kurşunları peşisıra takamaz oldu.
         «Bir defa düşen, gibi artık bakamaz oldu.
           Karar: Yazdım ama vermeyeceğim.
           Sayfa:35
           6.9.1937 :      
         (Ahmet Naim için.) Duruşuyla kaynayan bir şehrin tam orta yerinde, düşüncelerin yalnızlığı ne acıdır; saatlerin basamaklarından adım adım umutsuzluklara doğru çıkılır ve bir Faşiste iyilik etmiş gibi daraldıkça daralır yürek, insanın canı sıkılır. Farkındayım yeni dost; bugün birlikte 'geçen saatlerin dilleri alevdi, yürekleri kor. İnsan, başkasını bulabilirse yanı başında, kendini bir dev zannediyor. Yoktu kedere bulanan yüreklerimizde ne heyecan, ne sevinç, ne hız. Seninle, bir uçurum gibi derinleşen' Çaydamar'la ikinci makasın baca ağızlarından baktık yalnız.
          İş Bankası — millî sermaye — gelmiş yerleşmiş : sağda — Kozlu'da — Kömüriş, solda Türkiş. Sonra, Etibank'ın Ereğli Kömürleri İşletmesi: Burada Çaydamar, ötede Gelik. Bacada duman havada bulut. İkinci Makas'ta bekçi Durmuş Çaydamar'da Vakfıkebirli Ökkeş,  Sürmeneli  Mahmut. Derken, «yanan taş»ı ilk bulan, bulunca boğdurulan Uzun Mehmet!
             Ben buraya gelmeden, Eminönü Halkevi Kütüphane¬sinde senin kitaplarını okumuştum. Seni daha o zaman tanımıştım. Uzun Mehmet'i ve seni!
             7.9.1937
             Deniz kötü patladı. Çarşıda gezindim, Acılık’ta dolaştım,  çevresi tahta balkon parmaklıklarıyla kuşatılı, kömür tozu karışık kumlu toprağa küçük, beyaz çakıllar dökülmüş Soğuksudaki parka girdim. Uzun  Mehmet parkı adı. İçinde, geniş omuzlu bronz bir işçi heykeli, koskoca bir madenci lâmbası ve üç basamaklı mermer üstünde, gene mermer, Uzun Mehmet anıtı dikili.
             Benden başka' kimseler yok Parkta. Rüzgâr şapkalar uçurmakta Ticaret Odası'na uğrayacaktım, Ahmet Naim'i görecektim; caydım otele döndüm.
            Sayfa:36
            Caydım otele döndüm. Pencere önünde durdum. Bu hal belki bir an içindir; bakarım de muhayyilemim gözlerine, bir kızgın adamdır Karadeniz, beyaz dalgadan pabuçlarını sahillere fırlatır, arada bir de, Belediye Bahçesinde açmış kartopu çiçeklerini hatırlatır.
          Gördüğüm gerçekse şu: Şileplerin kaçanı kaçmış, kaçamayanı, mendireğe sığınmış, bütün sandallar Soğuksuda karaya çekilmiş, terli huysuz  bir kısrak gibi köpürüyor deniz, insansız ve teknesiz,      
          Pencereden bakıyorum
          korkuyorum.
KAYNAK: YENİ UFUKLAR- Aylık Sanat, Düşünce Dergisi - Yıl:1969-Sayı:205- Can Yayınları-1969- İstanbul



 
 
Facebook'ta Paylaş...

Haber Tarihi:2016-05-09
Bu haber 1697 kez okunmuştur...

 
  İstatistik
  Dün : 1045
  Bugün : 1123
  Toplam: 6453399
   Online :

  358 konuk,

 
Tefen67.com

<< Ana sayfaya Geri Dön <<

Yorumlar

Henüz Hiç Yorum Yazılmamış.

Bu Habere Yorum Yazın

ELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
Adı Soyadı :
Email :
Mesajınız :
Güvenlik Doğrulama