KARAHATİPLER Yazı başka, kışı başka, güzü ve baharı bambaşka bir diyar.Ihlamur kokulu memleket

Zümrütleri kıskandıracak kadar yeşil bir doğa… Yazı başka, kışı başka, güzü ve baharı bambaşka bir diyar…Ihlamur kokulu memleket…

Kestaneden cevize, meşeden akasyaya, kavaktan duta, incire, kiviye, elmaya, eriğe, şeftaliye nara, kiraza, vişneye, ayvaya, çama, söğüde, fındığa ve meyveli meyvesiz daha nice ağaca ev sahipliği yapan bolluk ve bereket diyarı…

Buğdayın, yulafın, arpa ve çavdarın mısırla birlikte yetiştiği memleket… DOMATESİN, BİBERİN, Patlıcanın, patatesin, sarımsağın, fasulyenin, ıspanağın ve daha birçok sebzenin kendiliğinden yetişme imkânı bulduğu diyar…

Sanki bir yelpazeymişçesine geniş başlayıp daralan bir vadiye kurulmuş eşsiz bir köy. Bir yanı Kaya altı-Türbe-Mehmet geçeği tarafıdır ki Kütükler Köyüyle sınırı oluşturur. Sarp kayaların ve yamaç arazilerin tarafıdır. ‘Gâvur Damı’ namıyla bilinen ve bir kaç yıl evveline kadar çok güzel korunmuş olan tarihi kalıntılara da ev sahipliği edenbölge…

Diğer yanı ileride Seki Burunlarından başlar, Kel Kayadan, Çanakçı Olsu, Eniş Dibi, Çörte Yolu, Dikendüzünden Açmaya, oradan da Hüseyinbeyler köyüne kadar uzanıp giden kart postalları kıskandıracak kadar alımlıyeşilin her tonuna rastlanan taraf. Orman ve orman altı familyası ile yaban

hayatına ev sahipliği yapan, içme sularının büyük bir kısmının ve kışlık yakacağında karşılandığı bereketlitaraf…

Yukarıdan Hüseyinbeyler’den aşağı inildiğinde köy mezarıdır hudut… Yaşlıların deyimiyle goca çamların dibi…

Ölümün ne kadar gerçekçi olduğunu gösterir bize mezarlık. Gitmesek de görmesek dehep orada durur; biliriz ki arefe gününden arefe gününe de olsa, cenazeden cenazeyede olsa mecburen oraya gidilecek. Hüseyinbeyler’e giderken hiç aklımızda olmasada gidilecek. Orası ve oradaki ulu çamlar görülecek.Tıpkı hiç beklenmeyen bi anda bir sevdiğimizi kaybettiğimiz gibi. Ölümü hiç istemesek de sonunda çaresiz kalacağımız gibi… Muhakkak yol oradan geçecek…

Aşağılara indikçe Göl Tarla, Hutum Buharı, Türbe, Eski Köy, Sülük Yeri, Taşçılar, Orta Tarla, KetenYeri, Göçük, Aşağı Dere, Goca Harman, Değirmen Yanı… İsimli tarlalar ve mahallenin evleri yer alır. Her evin ve her tarlanın muhakkak ayrı bir hikâyesi vardır. Kimi unutulmuştur, kimi dipdiridir belkihala… En son Mezarlık Yüzü ve Elmalık istikametinden, birde köy yolundan Karabük-Zonguldak yoluna inilir, kimi asfalt der bu yola kimi susa…  Daha aşağısı Yapçaoğludur, Memişağadır, Karadut Dibidir ve nihayetinde Karagöl Çayıdır. AradaKamilağa Yeri, Goca Bostan Yeri, Yukarı Çay, Çınarlık gibi mevkilerde vardır. Küllük, Akar gibi ırmak mevkii adlarıda.

Gamsüzler, Hacılar, Araplar, Mahirler, Gamburlar, Yakupağalar, Eyüpağalar, Kazımağalar, Aşağıki Evler, Gocabaşlar ve Gocahalitler diye belli aileler mevcuttur. Her ailenin meşhur insanları, farklı lakapları ve ilginç hikâyeleri vardır. Vardır ki, kimi hikâyeler ağlayarak anlatılır, kimileri gülerek, kimileride ders çıkartılarak.

Misal vermek gerekirse Gamburlar Lakabının Hikâyesi… Merhum Rasim (BENLİ) Amcaanlatırdı onun ağzından dinleyelim:‘’Eskiden babamdedem yaniailem çok zengindi, sürümüzde 700’den fazla davar, 14 tanede atımız vardı o zamanlar.Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda. Bir gün eşkıyalar evimizi basıpdedemetürlü işkenceler edip altınlarımızınyerini öğrenmek istemişler. Rahmetli ağa dedemsöylemeyince sırtını ocakta yanan ateşe dayayıp zorla söyletmişler ve bir küp dolusu altını alıp gitmişler…O olaydan sonra dedemin sırtı bir türlü iyileşmemiş ve sırtı kambur kalmış. Kamburlar lakabı da buradan gelirmiş.’’Hatta hep anlatılırdı Kütük Oğulları Köyünden insanlar gelip Karagöl çayında, Seki tarlasında Gamburların işlerinde yanaşma misalinden çalışırlarmış. Karahatipler’e gelip karın tokluğuna günlerce hizmet etmek için yol güzergâhlarında ki kapıdaştan geçerlermiş ve mani tarzında anonim bi söyleyiş o günden bu günlere gelmiş;

Kapıdaşdan aşma
Hatıplara yanaşma
Akşamdan kalmış darıyla
Canını çıkarula bir çuval uğraşla…

Yer adlarıda tıpkı aile adları gibi ayrı hikâyeler barındırır. Herkes bilir, eskiden evler Eğri Üzüm Yanı ve Eski Ev Altı diyede bilinen tarlaların olduğu bölgedeymişama Eski Köy diye şimdiki köyün olduğu bölgeye deniyor. Bununda sebebi olarak yıllar evvel köyün aşağıda olduğu ve o devirdeKastamonu Şehrine giden yolun bu bölgeden geçtiği anlatılır. Eşkıya hemen her gün köye ve köylüye zarar verirmiş. Bir gün yoldan geçerken Çörte Yolunda su dolduran yedi tane gelini kaçırmışlar ve bu olaydan sonra buralarda barınamayacağının anlayan köylü, evlerini daha yukarılara taşımış… İşte bu olaydan dolaylıda Eski Köy namıyla anılır aşağı kısımdaki yerler…

İki camisi birde okulu vardır köyün. Karahatipler Camii,tabelasına bakıldığında 1991 yılında yapıldığı anlaşılır. Anlatılana göre camii yapılmazdan evvel o dönem köyde görev yapan öğretmenin tavsiyesiyle köy halkı önce müftülükten İMAm talebinde bulunmuş, imam verildikten sonrada camii bitirilmiştir. Lojmanı, yanında küçük bir müştemilatı, morgu ve minaresiyle geniş bir bahçesi olmasada güzel bir camiidirKarahatipler Camii. Şehadet parmağı gibi adeta arşa uzanan minaresi Karabük-Zonguldak yolundan geçenlere burası bir İslam Beldesi, Müslüman Nahiyesi diye nidada bulunur. İnsanları hayra ve namaza davet eder. Caminin hemen karşısında ise Hacılar diye bilinen ailenin dev hayratı durur tüm haşmetiyle… Sadece Karahatipler değil civar köy ve beldeler ile Gökçebey’de denamı dilden dile dolaşan bir çeşmedir bu hayrat. Çeşme zamanında yoldan gelen geçen içsin diye sebil olarak yapılmış olmakla beraber kısa sürede suyun tadından mı şifasından mı bilinmez ama önünde arabaların sıralandığı uğrak bi yer olmuştur…  Hatıpoğlu Camii ise mahallenin tamamı yukarı kısımda ikamet ederken 1960’lı yıllarda ilkokul sonrasında da Köy Odası olarak kullanılmış. Ramazan aylarında hoca tutulur,orada namaz kılınırmış. Hatta yasak devrinde bir kişi odanın üzerine çıkar,jandarma geliyor mu diye gözcülük yapar diğerleri odada kuran okur, sure ezberlerlermiş. Ahşap olduğundan defalarca yanmış oda. Sonrasında mescit şeklinde betonarme olarak yapılmış; daha da sonra köy halkı ve yardımseverlerin katkılarıyla büyütülmüş güzel bir camii olmuştur. Camiinin bugünkü durumuna gelene dek başta ismini zikretmeden geçemeyeceğim Durmuş ÇAKIROĞLU’nunda büyük fedakârlıkları olmuştur. Kendi suyunu camiye verenleri de, caminin inşaatında gönüllü çalışanlarıda buradan hayırla yâd etmek gerekir elbet. Hemen camiinin yanı başında da dönemin Karahatipler İlkokulu yer almaktadır. Yıllarca Anadolu’nun bu ücra köşesinde maarif hizmetleri vermiş, onlarca öğretmene iş ve aş olmuş, onlarca çocuğun ufkunu açmıştır. Sadece Karahatipler’e değil Hüseyinbey Mahallesine de hizmet etmiştir. Dedelerimizin Babalarımızın Çayırköy’e (Çukur Köyü) çamurda,karda, kışta yürüyerek gidip bin bir zahmetle okumaya çalıştıklarını düşünüp de okulumuzu köye kazandıranlara dua etmemek vicdanlara sığmaz elbet. Burada okuyan her öğrencinin hatırasında rahmetli Hacı Hüseyin Amca yatar. Her üç ayda bir şehit babasından kalan maaşını almaya gittiğinde tüm okul dört gözle onu beklerdik ki bize şekerleme ya da simit getirsin diye… Belki de bu okulda okuyan birçok kişi hayatında ilk simidi o rahmetlinin sayesinde yemişti.  Her öğrenci ve öğretmen için ayrı ayrı sayısız anıyı içinde barındıran okul zamanla miadını doldurmuş ve kapanmış olup yıllardır atıl vaziyettedir.

Köy halkı yıllarca rençberlik yaparak tarım ve ziraat işleriyle uğraşmış, yaşamlarını idame ettirmiştir. Fındık dipleri dâhil boş bir yer dahi bırakmadan her tarafı ekip biçmişler. Karasabanın erişmediği, öküzlerin yürüyemediği yerleri ellerinde kazmalarla,bellerle işlemişler. Buğdayı, nohutu, mısırı yemek için, yulafı, arpayı hayvanları için ekmişlerdi. Mısır unundan Malay, mısırdan Göce çorbası, buğdaydan değirmende un ve akabinde ekmek yapmışlardı. Irmakta buğday yıkayıp dübek de bulgur dövmüşlerdi.Aşısız elmaları toplayıp sirke yapmadan, kirenden, erikten, elmadan konserve ve ekşi yapmadan olmazdı. Bal, sut, yoğurt, tereyağı, peynir zaten hayvansal gıdalardı ki ahırdan elde edilirdi. Elmadan,duttan, üzümden pekmezler yapılır, ormandan ıhlamurlar toplanırdı. Çocuklar kaz,gençler davar, sığır ve manda güderlerdi. Yumurtalar pazarda satılır parası ile gaz yağı ve şeker alınırdı. Yani ekersen ve bakarsan bağ olurduhatta rahmetli dedem Karagöl çayındanhasat ettikleri karpuzu öküz arabasıyla götürüp Devrek’te toptancıya sattıklarınıanlatırdı ki şu anda karpuz hemen hiç ekilmemekte…Koyun kırpılır,yününden ip eğrilir, yatak yorgan yapılırmış. Ormandan ağaçları keser gizlice öküzlerle getirip satarlarmış,üç kuruş kazanabilmek için…Derken mükellefiyet dönemlerinde bağından bostanından koparılan insanlar zorla kömür ocaklarında çalıştırılmış. Sonra Zonguldak kömür, Zonguldaklı da madenci demek olmuş. Zonguldaklının kaderi tıpkı Zonguldak gibi kömüre bağlanmış. Kömür Zonguldaklı için değil, Zonguldaklı kömür için kullanılır olmuş…

Kömür için ocaklar açılmış, şehirler kurulmuş, limanlar, santrallar yapılmış…  Sabah bir uyandık Alaoğlu ile Careoğlu arasında sanki kar yağmış beyaz beyaz bir şeyler var diyorBodaç Köyündeki rahmetli dedem. Babamla düştük yola ve gittik oraya diyor. Her taraf ak pak çadır ve onlarca işçi… Buradan demir yolu geçeceğini, onun içinde alaoğlunun altından tünel kazacaklarını söylerler. Ya siz deli misiniz? der babası, buradan tren mi geçermiş, hele tünel mi açılırmış der… Tabi aradan zaman geçer hakikaten tünel yavaş ilerlemektedir zira kaya çok serttir. Atatürk’e, paşam Zonguldak’ta demiryolu için açılan tünelde çok sert bir kayaya rastlanıldı, güzergâhı Devrek üzerinden Mengen ve Gerede vasıtasıyla Ankara’ya çevirsek nasıl olur derler. Atatürk,bir günde 5 kuruş büyüklüğünde kaya sökülüse bile kafidir, bu yoldan dönmek yoktur der ve çalışmalar devam eder… Tünel açılır, raylar döşenir ve ilk tren geldiğinde dedemin babası iki gözü iki çeşme başlar ağlamaya. Ulen der, ulen bu Mustafa Kemal Padişah Abdülhamit’tende büyükmüş. Hele bak tren geldi der… Yük trenleri ve balyeler(banliyo) her gün aynı saatlerde geçer ve artık vakit Karahatiplerde tren saatlerine göre belirlenir. halk Zonguldak, Karabük ve Ankara’ya madenciler de işe trenle gelir trenle gider, köylü ve ocakçıdan sonra yeni bir sınıf daha oluşur Zonguldak civarında ve Karahatiplerde: demiryolcu… Aradan yıllar geçtikçe devir de değişir. Kimilerinin paranın çok olduğu yer dedikleri, kiminin de Türkiye’nin Almanya’sı dedikleri Zonguldak’ta da işler tersine dönmeye başlar ve yine yeni bir sınıf oluşur bu topraklarda: Almancılar. Maddi durumu kötü olanlar, macera peşinde olanlar, dışlananlar, bu topraklarda aradığını bulamayanlar ve diğer birçok insan ki özellikle ekonomik sebeplerden dolayı olanlar başta, binlerce insanAlmanya’ya gider. Orada hayata tutunmaya çalışırlar. Yerleşip tohum atarlar o topraklara. Atarlar ama orada Türk derler dışlarlar, burada Almancı derler dışlarlar... O tohumlar kök salar zamanla, büyür ve bugün Karahatiplerde hemen her aileden birileri vardırya ocakta çalışmış, ömür tüketmiş ya da Almanya’ya göçmüş…

Karahatipler insanının kaderidir, ya madene gider geri dönemeyeceği ihtimalini hiç unutmadan ya da Almanya’ya gider, gelip de sevdiklerini göremeyeceğini bile bile…

Halk suskundur, ağırdır ve talihsizdir. Tıpkı Yenice Irmağı gibi… Nasıl ırmağın önüne yüzlerce dağ tepe dikilir durursa,köy halkına da öyle olmuş hep. Ekilebilecek ne büyük tarlaları olmuş ne otlatabilecekleri büyük sürüleri. Ne ziraat yapabilmişler ne ticaret nede ormancılık… Bazen coğrafya engel olmuş bazen de iklim… Bazen jandarma çıkmış karşılarına bazen ormancı,  bezende mükellefiyetler... Savaşlarıysa hiç saymamak lazım... cihan harbinde, istiklal savaşında 10-15 şehit veren vilayetlerin olduğu şu cennet vatanda bu yöre İnsanı vatan millet devlet din ve namus için ata yurdunu namahreme ezdirmemek Alpaslanların, Fatihlerin kemiklerini sızlatmamak için ecdadının yolunda ve özgürlük uğrunda anadan babadan yardan ayrılıp cenge gitmiş. Seferberlik çıkmadan vatan için seferber olmuşlar, yüzlerce can vermişler…  Onlarca isimsiz kahramandan kayda geçebilen bazı şehitlerimiz:(Milli Savunma Bakanlığı Şehitler Listesinde lakap ve köy adına istinaden alınmıştır)

Çukur Köyünden Hatiboğlu lakaplı eniştesi Hafidi Abdullah oğlu 1308 doğumlu Yakup Balkan Harbinde Çatalca civarında Mart 1329  tarihinde 21 Yaşında Şehit

                Çukur Köyünden Beylioğlu lakaplı Mahmut oğlu 1298 doğumlu Ömer Felahiye muharebesinde 8 Şubat 1332  tarihinde 34 yaşında Şehit

                Çukur Hatiboğlu lakaplı Eşteri Hafidi Abdullah oğlu 1301 doğumlu Süleyman Felahiye Muharebesinde 8 ŞUBAT 1332  tarihinde 31 yaşında Şehit

 Bakacakkadı Köyünden Hatiboğlu Mahdumu Mustafa oğlu 1308 doğumlu Osman eşkıyalarla müsademe neticesinde 31 Kanunusani 1334  tarihinde 26 YAŞINDA Şehit

                Çukur Köyünden Hacıahmetoğlu lakaplı Abdullah oğlu 1313 doğumlu Satılmış Kazuçuran Muharebesinde 15 Teşrin evvel 1338 tarihinde 25 yaşında Şehit…

                Elbette Gazi olanda vardı o dönemlerde, yara almadan geri dönende… Allah selamet versin Arap lakaplı Muharrem(BENLİ) amca anlatmıştı.Bir zamanlar. Davut Çavuş(merhum Davut Benlinin dedesi) sekiz yıldır askerdedir, canına tak eder askerlik ve sıla. Askerden kaçar Davut Çavuş ve Karahatipler’egelir.Muhtemelen bahar mevsimidir ki derelerde su çoktur. Uzaktan eşini görür, genç bir erkekle Karadut Dibinde bostanda çalışırlar. Davut Çavuş yıllardır gelmediği için ailesinin eşini evlendirmiş olabileceklerini düşünür, korkar ve tarlaya yanaşarak başlar şairane bir edayla eşine çağırmaya:

AKŞAM OLUR LAMBALARINI YANDIR GELİN
DERE TAŞAR BOSTAN SEL OLUR GELİN
GOYNUNDA YATAN YİĞİDİ BANA BİLDİR GELİN…

Sekiz yıldan sonra zayıflayan saçı kalmayan sakalı ağaran Davut Çavuşu eşi tanıyamaz, bozguncu biri zanneder ve aynı edayla,

AKŞAM OLUR LAMBALARIMI YANDIRMIŞIM
SENİN GİBİ AHMAKLARDAN KÖPRÜ YAPIP GEÇMİŞİM
GOYNUMDA YATAN YİĞİDİ GÜL MEMEMDEN EMZİRMİŞİM…

Diye karşılık verince Davut Çavuş delikanlının kendi oğlu olduğunu anlar, eşinin yanına varır ve hasret giderirler… Asker kaçağı olduğundan Davut Çavuş etek giyer, başına yazma bağlayarak tarlada bahçede çalışmaya başlar… Bir sure sonra Davut Çavuşu yakalarlar ve birliğine götürürler. Orada harpten kaçan haindir öldürelim diyende olur, sekiz yıl memleket için muharebe meydanlarında ömür tüketmiş Çavuş öldürülmez diyende... Birliğinin Komutanı da der ki benim topçu birliğimin tamamını toplasanızda bir Davut Çavuş etmez onu kimseye vermem der ve Çavuş affedilir… Bizimkiler İstiklalSavaşında pusu kurarlar Yunana. Kumandanları toplar tüm topçuları ve her birinin başına bir zabit verir, herkes gizlensin ve emir gelmeden ateş açmasın. Davut Çavuşun Zabitineyalnız sen bu Çavuşa karışma o işini bilir diye tembihler, derken herkes mevziye girer, Davut Çavuşun Zabiti emir verir girme diye. Arada münakaşa çıkar Zabit bu emirdir der kestirip atar düşman topun mevziisine girmedende ateşle der, Davut Çavuş itiraz eder ama ne çare... ki henüz menzile girmemiş düşmana ateş eder ama top ulaşmaz… Düşman top bataryasını fark eder hemen seri bir atış yapar ve gülle çavuşun geri tarafına düşer, hemen peşinden ikincisi ise az ilerisine… Çavuş bilir ki üçüncü gülle muhakkak üstlerine düşecek ve iyice barut sürer topa, önce topu sonra mermisini öper ve ya Allah diyerek topunu ateşler,düşmanı cephanesinin ve top bataryasının olduğu noktadan vurur böylece büyük bir felaketi önler. Dörtnala iki süvari ellerinde tabancalarla gelir ve niye emre uymadınız deyince Çavuş olanları anlatır, Zabitinin yandaki mevzide saklandığını söyler. Süvariler zabiti alırlar araştırırlar ki zabit Gayri Müslim ve ajan çıkar… Davut Çavuşun ki gibi ne hikâyeler saklıdır bu topraklarda da kaybolup gitmiştir maalesef…

Kaybolan sadece anılar değil koskoca bir kültürde yok olup gitmiştir. Mesela düğün ve bayramlar da bir başka eğlenceli geçermiş Karahatipler’de. Cumartesi günü gelin ve damat evinde kına yemeği verilirmiş. Akşamına da kına eğlencesi olurmuş. Şimdilerde ise kına yemeği âdeti son bulmuş olmakla beraber eğlence kısmı yalnız gelin evinde de olsa hala devam etmektedir.

Pazar günü yine gelin ve damat evinde yemek yenilir akabinde damat evinden topluca davul zurna ve köçekler eşliğinde gelin almaya kız evine gidilirmiş. Burada imam efendinin duası eşliğinde kız babası gelini evden çıkartır, evin önünde takı takmak isteyenler takılarını takarmış. Daha sonra gelin alınıp damadın evine getirilir eğlence burada devam edermiş. Pazartesi günü ise duvak adı altında damadın evi önünde yine eğlenceler yapılır oyunlar oynanır, yemekler yenirmiş. Duvak günü geline ait olan çeyiz eşyaları da bir odada sergilenirmiş. Şimdilerde duvak âdeti de tıpkı kına yemeği gibi köyde kalmamış, düğünler düğün salonlarına taşınmıştır.

Bayramlar ise bir başka eğlenceliymiş eskiden. Hala devam eden gelenek üzere arefe günü (et pazarı olarak da bilinir) ikindi namazından sonra köy mezarlığı ziyaret edilir burada kuran okunur dualar edilir. İmam Efendi bayram namazı saatini bildirir mezar ziyaretleri sona erer. Eğer kurban Bayramı ise akşamdan kurbanlık hayvana kına yakılır. Köyün Camisinde topluca bayram namazı kılınır ve cemaat caminin önünde genişçe bir halka şeklinde bayramlaşma sırasına geçer tokalaşarak, kucaklaşarak, el öperek bayramlaşma yapılır. Dairenin tam ortasında yer alan köy imamı Kevser suresini okuduktan sonra ahalinin âmin nidaları eşliğinde kısa bir dua yaptırır. Gençler ilk hamle karşı köy Alioğlu’ndan gelmesin diye acelece biraz alandan uzaklaşıp Alioğlu köyüne karşı silahlarını patlatmaya ve bayramın coşkusunu duyurmaya başlarlar tabi karşı köyde altta kalmamak için karşılık verir. Lokumlar ve şekerler dağıtılırken camiye yardım, veren altın bulsun, hadi cemaat boş geçmeyelim sözleri arasında camii için para toplanır. Kurban bayramı ise insanlar kurbanlarını kesmeye gider ramazan bayramıysa herkes kahvaltıya…

1. gün Çubuk ve Kütükoğlu Mahallelerinin, 2. gün Karahatiplerin, 3. gün ise Hüseyin Bey Mahallelerinin Bayram Günü olarak kutlana gelmiştir. Hangi Mahallenin bayramıysa o gün o mahallede bayram yapan kişilerin evinde yemek verilir. Örneğin Karahatipler de her yıl kurban bayramının 2. günü ortalama 15-20 evde bayram olur. Bayram olan evde: Çorba, et haşlama, pilav, et kavurma, yaprak sarması, soğan dolması, nohut, kuru fasulye, komposto, cacık, lokum, börek, kabak tatlısı, baklava, kadayıf, turşu, karpuz, kavun, üzüm, turp, gibi 15 den fazla çeşitte yemek yapılır, kapılar sonuna kadar açılır, gelen yerli yabancı, tanıdık tanımadık herkese yemek ve çay ikram edilir. Eskiden Bayram günleri harman denizlen düz ve geniş çimenlik alanlarda horozuna yarışılır, güreşilir, kaşıkta yumurta, çuval yarışı ve yoğurtta bozuk para arama gibi oyunlar oynanırmış. Hatta hala bayramlarda orta ve ileri yaşlılar horozuna yarışlardan(kısa mesafeli koşu, galip gelene horoz hediye edilirmiş), güreşlerden bahsederler…

Gelenek görenek anlatmakla bitmez elbette. Yaşamak lazımda ama yetişemedik o döneme… Yaşayarak hafızalara kazınmış o muhteşem güzellikleri ve çok daha fazlasını yaşlılar özlemle anmakta, anlatmakta… Kim bilir daha niceleri kaybolup yitip gitti ve daha niceleri de gidecek… Gelenek ve göreneklerimize sahip çıkabilmek ve onları yaşatabilmek dileğiyle…

Adem Benli

 

 





 
Facebook'ta Paylaş...

Haber Tarihi:2014-09-08
Bu haber 32094 kez okunmuştur...

 
  İstatistik
  Dün : 1045
  Bugün : 571
  Toplam: 6452847
   Online :

  56 konuk,

 
Tefen67.com

<< Ana sayfaya Geri Dön <<

Yorumlar

hatıplaa 2014-11-14 :

Hey gidi günler heyyy


Adem BENLİ 2014-11-12 :

Siz sağ olun Abdullah abi elimizden geldigince yazmaya çalıştık. Sağ olun Zeki abi,teşekkür ederim


zeki benli 2014-11-11 :

adem süper iş okudukca duygulanıyor helal olsun kardesim


zeki benli 2014-11-11 :

adem süper iş okudukca duygulanıyor helal olsun kardesim


abdullah benli 2014-11-09 :

Kardeşim agzina yüreğine saglik....


ADEM BENLİ 2014-09-21 :

Nail Bey yorumunuz, ilginiz, alakanız ve her şey için çok teşekkür ederim. Büyüklerimden duyduklarımı aklımda yer ettiği kadar yazıya döktüm elbette bunlar yöremizin genel ve ortak özellikleri ancak unutulan daha doğrusu unutulmaya terk ettiğimiz daha ne olaylar hikayeler hatta maniler, türküler vardır bu coğrafyada tıpkı sizin gün yüzüne çıkardığınız anıt ağaç gibi. Ben tekrar ilginize teşekkür eder saygılar sunarım


nail yurtaçan 2014-09-20 :

adem bey kaleminize sağlık siz sadece kara hatipleri değil tüm köylerimizin bir zamanlar yaşanmış şimdilere sizin gibi gönül insanlarının kaleme alması ile hatırlanan, çoğumuzun farkında olmadığızengin kültürünü,doğal güzelliklerini,araştırmayı bekliyen yakın tarihine bir ışık tutmuşsunuz sonsuz teşekkürler,bölgemiz insanının toprağından koparılması mükellefiyetlerle olmuştur yazdığınız gibi ama bu çoğumuzun zannettiği gibi ilk 40 lı yıllarda değil 1869 yılında 70 yıllarında dilaver paşa nizamnamesi ile kastamonu dan ereğliye kadar 13 yaş ile 50 yaş arası tüm erkeklerin ayda 13 gün münavebeli olarak o zamanki gayri müslüm ocak sahiplerinin kırbaçla ayakları çıplak,kendi memleketinde esir hayatı yaşayan yatacak düzgün yeri olmadığı için tahta barakalarda ve ağaç diplerine üşüdükleri için birbirine sokularak uyuyan bunun içinde o zamanın ocak kumpanya sahiplerinin aşağılamak için şunlara bakın kıvırcık koyunları gibi yatmışlar diyerek adının kıvırcığa çıktığı yıllarda olmuştur,bu bilgilerin bir kısmını dilaver paşa nizmnamesinde gerekse devrekli araştırmacı metin köse beyin mükellefiyet kitabında görülebilir inşallah o günleri bir daha görmeyiz,köyünüzden şehit ve gazilerle ilgili yazdıklarınız çok etkileyici ,gazilerden bir tanesinin batı cephesinde sakaryada savaşması lazım şöyleki babamın amcası o zamanki lakabı ile kelezoğlu seyit ali oğlu ismailde sakarya cephesine gidiyor hiç haber gelmiyor künyede gelmiyor ,yıllar sonra savaş bitip ordu terhis olduktan sonra karahatiplerden şu anda ismi aklımda yok arkadaşı bizim köye gelip eşine ve askere giderken birinin 1 diğerinin iki yaşında olduğu artık büyümüş 9 10 yaşına gelmiş çocuklarına söylüyor hepsininde mekanları cennet olsun,sizlerinde kaleminize yüreğinize sağlık


NURAY BENLİ 2014-09-14 :

Kalemine yüreyine saglik öyle bir anlatmişsinki beni en az 20 öncesine götürdün


yılmaz cıvak 2014-09-14 :

Çok güzel bir yazı olmuş gerçekten emeğinize sağlık.


ilyas usluoğlu 2014-09-14 :

Okurken boğazım düğümlendi gözlerim yaşardı. İnanki sanki oraları yani köyümüzü yazının içinde okurken maziye dalıp gezdim. Sevgili kardeşim yüreğine kalemine sağlık sen beni ben seni tanımam ama aynı toprağın mahsulünü yiyip büyüdüğümüz bir gerçek. Sevgili dostum senin tahsil durumunu bilmem ama yazdıklarına bakılırsa yazının akıcılığı bakımından yazarlığın olduğu bir aşikar eğer mümkünse genel olarak ÇUKUR Köyümüz hakkında da bir yazı kaleme alırsan ben ve köy halkımız çok memnun olacaktır. Allaha emanet ol sevgili dostum.


zeki benli 2014-09-13 :

Harika. Diye buna denirdenir


zeki benli 2014-09-13 :

Harika. Diye buna denirdenir


Adem BENLİ 2014-09-09 :

Nevzat Amca okuma ve yorum yapma zahmetine katlandığınız için asıl ben teşekkür ederim. Yazıda geçen Davut Çavuş yanılmıyorsam Ese kızı halanızının kayınbabası. uzaktanda olsa akrabayız demek ki.


Adem BENLİ 2014-09-09 :

Ertan Bey yorumunuz için çok teşekkür ederim. Ben eminim ki yöremizde daha ne hikayeler,ne hatıralar vardır bilmiyoruz.Ben eminim ki kaybolan ne turkulerimiz manilerimiz agitlarimiz vardir. Keşke unutumlasa keşke kaybolmasa...


Ertan Sengul 2014-09-08 :

Yazarin ellerine saglik. Boyle tarihimize ve geleneklerimize sahip ciktigin icin ayrica tesekur ederim. Bunlari tekrar canlandirmak ve yasatmak birazda kendo elimizde. Akintiya karsi koymaliyiz.


Nevzat Eser 2014-09-08 :

Kalemine yuregine saglik Adem kardesim.Anlattiklarin tum koylerimizin ortak hikayesi gibi.Sizin yasiniz itibarile yasamadiklarinizi biz yasadik.Yazdiklarin icin tesekkurler... beni merak edersen rahmetli ESE kizi halam olur,Davut merhumda kuzenim,selamlar.91


Bu Habere Yorum Yazın

ELEŞTİRİYE EVET HAKARETE HAYIR!...
Yorum köşemiz düşüncelere zenginlik katmak için hizmet vermektedir.
Adı Soyadı :
Email :
Mesajınız :
Güvenlik Doğrulama