Ülkede şampiyonluğu tayin edecek bir lig maçı oynanacak, yazılı ve görsel medya günler öncesinden başlıyor işi traşlamaya..Hangi kanal müşteriyi (yani bizi) ekranda daha çok tutabiliyorsa , o kanal daha iyi oluyor. Maç oynanıyor, bir takım şampiyon oluyor, öbür takımın taraftarları ortalığı karıştırıyor. Şampiyon takıma kupası kimse görmeden, ev sahibi takımın taraftarları sinirlenmeden(!) soyunma odasında verilmek isteniyor. Şampiyon takımın yöneticisi Başbakanı arıyor. Başbakan emir veriyor. Şampiyon takım kupasını rakip takımın yarı karanlık sahasında alıyor..
Demokratik hukuk devletinde böyle şeyler olabilir mi? Böyle yeteneksiz, ne yapacağını kararlılıkla bilemeyen, rüzgara göre yelken açan yöneticiler oldukça böyle daha çok şeyler olabilir. Düşünün ki bir ülkenin federasyon başkanı kupayı nerede, nasıl vermesi gerektiğini Başbakan’a sorabiliyor. Başbakan’ın tarifi geçerli oluyor. Şampiyon takım kupasını maç bitiminden saatler sonra yeşil sahada alabiliyor.
Açık söylemek gerekirse bu işte Başbakan’ın bir suçu yok..Suç taraftarını kontrol edemeyen takım yöneticilerinde. Valisinden Polis müdürüne kadar kentin yöneticilerinde. Gerekçe nedir? Aman taraftarımızı tahrik etmeyelim!. İyi, güzel de ev sahibi takım kazansaydı büyük coşkularla o kupayı almayacak mıydı? O ne kadar alacak idiyse rakip takım da aynı şekilde kupasını alma hakkına sahipti. Ama yeteneksiz yöneticiler bu işi bile Başbaka’a sormaya kadar işi götürebildiler. Yazıklar olsun!..
* * *
Bu örneği niye verdik, hali pürmelalimizi göstermek için..Yani düzen öylesine evrilmiş ki, kimse korkusundan kendi özerk idaresiyle bir iş yapma, yürütme durumunda değil..Aman yukarısı ne der? Korkumuz bu. Geçmişte de böyle korkucan, ne yapacağını bilemez yöneticileri büyükten küçüğe görmüştük.. Ama bu dönem bu işleyiş durumuyla kendi başına özel bir inceleme konusu olabilir..
Ne demişler, her toplum seçtiği yöneticilerce yönetilir. Kabul ettiği, etmek zorunda olduğu, örgütlenip ses çıkaramadığı, gözünü kapadığı düzende yaşar, yönetilir...
Doğrudur bu durum, ama hiç kimseye de kenara çekilip toplumu küçümsemek, topluma tavuktu, solucandı gibi yakışıksız sıfatlar yapıştırmak hakkı vermez, vermemelidir. Tek vatan üstünde hep birlikte yaşıyoruz. Ben az bilebilirim, sen çok bilebilirsin.Öyleyse “Birliktebu gün bulmalıyızderdine çare/ Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz// Millet yoludur, hak yoludur tuğumuz yol / Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa var ol”demiş Tevfik Fikret..”Evet, kardeşim, gel hele bir, bu işi birlikte düşünelim”, demesini de bilemez miyiz acaba?
“Eğitim şart!” mı diyoruz, o zaman çevredeki derneklere, siyasi partilere katılmayı düşünelim. Üç kişiyle, beş kişiyle de olsa bir “toplumsal eğitim hamlesi” başlatalım..Kul yapılmak istenen insanlarımızın “yurttaşlık bilgileri” ile donatılmasına katkı sağlayalım..Daha başka çözümler de olabilir, bulunabilir..Ama gel, birlikte düşünelim.. Nutuk atmayı da bırakalım..
* * *
Günümüz koşullarında önümüzde; Yasama ve Yürütme’nin, Yargı ve askeriye dahil ülkedeki bütün kurumların iktidarın kontrolüne girdiği “yeni bir iktidar” olgusu var. Ülkede “tek adam yönetimi” de bu yapılanmanın bir parçası, belki de temel dayanağı sayılıyor olabilir. Yeni Anayasa çalışmalarına biraz da bu gözle bakmak gerekecektir. Anayasa çalışmaları daha başlamadan “Tek adam” senaryoları yazılmaya başlandı bile. Bu durumun, kuşku yok ki Atatürkçü, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine, tam bağımsız ve özgür bir Türkiye’ye, çağdaş yaşama, akılcılığa, bilime, barışa inanan milyonlarca yurttaşı büyük bir karamsarlığa sürüklediği de ortadadır.
O zaman bir soru sormak gerekmiyor mu kendimize.. Bu başı dumanlı, güzel ve yalnız ülkemizde neler oluyor? Biz neler yapıyoruz ki dönüp dolaşıp aynı çıkmaz yollarda buluyoruz kendimizi durmadan. Yıllardan beri kişiler değişse de, ülke bütününü mutlu etmeyen birbirinin benzeri düzenler devam ediyor mübarek vatanın bağrında?. Neler oluyor içte ve dışta, büyük kalın kapıların ardında da bizler hep bu değirmenin oluğunda debeleniyoruz?. Tam da Mehmet Akif’i anımsamanın yeri değil mi :“tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar / hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi”..
* * *
1919’da yani 20.yüzyılın başlarında emperyalist güçlerin silahlı işgalleri altındaydık. 2012’de yani 21.yüzyılın başlarında ABD ve AB’nin emperyalist sermayesinin ağır baskısı, kuşatması altındayız. Ülkemizin çok güç koşullarda yarattığı Cumhuriyet kazanımları özelleştirme adı altında elden çıkarılırken, laik-demokratik sistemimiz, özellikle eğitim kurumlarımız tarikatlarla, mezheplerle, boğulma tehdidi ve tehlikesi altındadır.
Bu ülke, en olumsuz, en dar, en güç koşullarında dağ yürekli bir Mustafa Kemal çıkarmıştır evlatları arasından. O’nun öncülüğünde özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı kazanmışız. Mustafa Kemal olgusu ve başardıkları, o dönemden beri dünyanın tüm mazlum uluslarına örnek olmuştur. Ancak, emperyalist Batı ve ABD, Atatürkçü temeller üzerinde yükselen Türkiye’den hiç hazzetmemişlerdir. Misak-ı milli sınırlarımızı tanımamışlardır. Şimdi; Asya ile Avrupa’nın köprüsü, Orta-Doğu’nun en büyük ve güçlü ülkesini yine nasıl güçten düşürebiliriz, coğrafyasını parçalayabiliriz hesapları yapılmaktadır. PKK terörizmi, Ermeni meselesi, İsrail didişmesi, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde gerçekleştirilen “bahar havaları(!)” ABD emperyalizminin bölgemizdeki çıkarları nedeniyledir. ABD ve AB (Avrupa Birliği) ablukasının ise, Türkiye’nin gücünü ufalamak, küçültmek amacına yönelik olduğu ortadadır..
* * *
Demokratik yönetimi ve yöntemleri kabul edemeyen Orta-Doğu ülkeleri, emperyalist güçlerin desteklediği krallar, prensler tarafından yönetiliyor. Baskı ve korku içindeki halk sesini çıkaramıyor. Krallar debdebe içinde yaşarken, çaresiz halk payına ne verilirse ona razı olmak durumunda kalıyor. Bu ülkelerin ortaçağ kafası ile yönetilmesi ABD’nin ve AB ülkelerinin hiç de umurunda değildir.
İşte bu gerçeği çok önceden görebilen Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına hiçbir zaman geri kalmış Doğu’yu, Ortadoğu’yu değil; ileri düzeydeki çağdaş Batı kültürü ve uygarlığını, demokrasiyi, barışçılığı, bilimselliği, akılcılığı, çağdaş yaşam biçimini örnek göstermiştir. O nedenle inanıyoruz ki geleceği, Atatürk’ün gösterdiği hedeflere doğru demokratik yol ve yöntemlerle yürüyen Atatürkçü düşünce sistemine inanmışlar kazanacaktır. Korunması gereken laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin bütün işlerleği ile çalıştığı bir düzendir. Bu ortamda içte ve dışta izlenecek en doğru yol, Atatürk’ün ışıklı yoludur. Bu nedenle ben gelecekten umutsuz değilim.
Hamit Kalyoncu