Gökçebey Notları-5-6
Üçburgu’daki, Bakacakkadı’daki ve Örmeci’deki Arkeolojik Yerleşimlerin varlığı bile meraklandırıyor, insanı.
Gökçebey’in İçinde Atatürk Caddesinin Bir Kısmı İkili Yol,
Bu yolun neredeyse iki yanı da ticarethane ve hizmet binalarının adresleri… Hükümet konağı, öğretmenevi, taksi ve Gökçebeylileri çevre il, ilçe ve köylere yolculuklara başlatan minibüs durakları, lokantalar, internet kafeler, çay ocakları, marketler… Apartmanların alt katları da dükkan…
Park edilecek ferah alanlar, durak alanların oralarda büfeler, geniş kahvehaneler…
Çok yoğun olmayan en azından merkezi kısımdaki ikili yolda geliş ve gidiş için ayrılmış kısımlarda takılmadan akan bir trafik…
Simitçiden başka bir yerde durmamak üzere Çaycuma’ya doğru arabamızı bu ferah yolda yellendiriyoruz.
Simitleri İsmet ısmarlıyor. İsmet’in ısmarladığı taze simitleri ısırdıkça arabanın içini simit kokusu kaplıyor. Simidi ile de meşhur Devrek simidi gibi kızarmış görünmemesine rağmen doyurucu ve enfes bir yeyimi var. Çayla da ne yakışır simit yemek…
Arka koltuktan kafamızdan geçenleri okurcasına bir eda ile Mevlüt Kırnapçı:
—Çaya bile durmak yok. Yoksa evden fırça yiyeceğiz. Sadi Beyin dükkanındaki kitaplar öyle bir iki saatte incelenecek türden değil… Aslında bir tanışıp çıkacaktık… Sizin yüzünüzden geç kaldık zaten… Onun için simitler çaysız yenilecek… Kaptan arabada su varsa isteriz yine de…
Arkadaşlar görüyorsunuz direksiyon sallıyoruz, birazdan şehirlerarası yolda olacağız. Şu kemerimizi de bağlayalım. Su olacaktı, sağı solu, dikkatimi dağıtmadan karıştırıp bulun diyorum.
Gökçebey’in kuzeyden güneye doğru uzanıp bağlandığı caddenin şehir tarafında gelişmekte olan iğde ağaçlarını gösterip bunlar mayısta çiçek açtığında öyle kokar ki… Helal olsun, bakın, aralıklarla iğde dikmişler diyorum.
Mevlüt Hocam, sen iğdeyi bilmezsin. Gökhan, sizin oralarda da pek yaygın değildir. Bu güzel kokulu çiçek açan ve zeytinden biraz daha ince ve uzunca olan kırmızımsı ve sarımsı meyveyi eylül, ekimde toplayıp yediğinde adamın ağzını sararak hoş bir tat bırakır. Çocukken güzleri topladığımız iğdelerden de cep cep okula götürürdük. Demek ki beslenme yerine geçiyormuş iğdesi, cevizi, elması, ahlatı, çördüğü, kalkanmış kuru meyvesi, kavrulmuş nohudu, mercimeği… Biliyor musunuz, bunların hepsi neredeyse kendi kendine doğal olarak yetişen meyveler….
Bu iğde ağaçları burada olmaz falan demeyin, diken adam iyi akıl etmiş. İnkumu’nda neredeyse kökleri tuzlu kumlara uzanmış epeyi iğde var. Bunlar bayağı da gelişmiş.
İsmet:
-İğdenin fidanına falan gerek yok. Dalını kes şöyle sokuver sulak, tavlı bir yere. Birkaç yılda ağaç oluverir. Çok da dayanıklı bir ağaç, kireçliymiş, çorakmış, taşlıymış, nasıl olursa olsun toprağa uyum sağlar.
İyi de tarla kıyısı tutar. Diktiğin çelikler kökten de fışkırır, kestikçe de kökten üç beş ağaca durur. On yılda kesime gelir. Yine kes yine gelir… Tabi öyle uzun boylu bir kerestesi olmaz… Direği, kazığı, değneği sağlamdır, çabuk çürümez…
Batıda iyice alçalan güneş ışınlarının oyunlarını seyrederek hafif eğimli ve dar Gökçebey Köprüsü’nden geçip müzesi ve hayvanat bahçesi ile bölgede dikkat çeken Çanakçılar Seramik’in önünden Karabük Zonguldak yolunun ikili kısmına düşüyoruz. Bize karşıdan, batı yönden bakan güneş, yol boyu birçok yerde gözlerimizi kırpıştırıyor. Güneşin kamaştırıcı ışınlarını keserek arada bir kavlangaların gölgesi de düşüyor arabamıza. Üçburgu’daki uzun köprüyü de geçince güneşi sol yanımıza alıyoruz.
Üçburgu’daki, Bakacakkadı’daki ve Örmeci’deki Arkeolojik Yerleşimler,
Üçburgu’da, Bakacakkadı’da ve dolaylarında eski uygarlıkların Ankara K.T.V.K.K’ca tespit edilmiş yerleşmeler olduğu Zonguldak Valiliği İl Kültür Müdürlüğünce 2010 yılında bastırılan Zonguldak Kültür Envanteri adlı eserin 59. sayfasında; “Nekropol adı ile Bakacakkadı Beldesi, Kadıoğlu Mahallesinde tespit Genç Roma-Erken Bizans Dönemine ait arkeolojik yerleşim.” olduğu kayıtlara geçen ve genel tanımı yapılmayan arkeolojik yerleşim, buranın sit potansiyeli de, 1. derece arkeolojik sit alanı, Koruma derecesi, 1. derece arkeolojik sit alanı, Önerilen koruma, 1. derece arkeolojik sit alanı ve tescil kararı da: Ankara K.T.V.K.K. 24.07.2003/8682 ve Ankara K.T.V.K.K. 13.05.2005/532 olarak tespit ediliyor. Bura gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Aynı eserin 60. sayfasında, “Örmeci Tümülüsü ve Yerleşim Yeri Örmeci Köyü Kışla Mevkii tespit edilen Roma Dönemine ait arkeolojik yerleşim.” olduğu kayıtlara geçen ve genel tanımı yapılmayan arkeolojik yerleşim, buranın sit potansiyeli de, 1. derece arkeolojik sit alanı, Koruma derecesi, 1. derece arkeolojik sit alanı, Önerilen koruma, 1. derece arkeolojik sit alanı ve tescil kararı da: Ankara K.T.V.K.K. 24.07.2003/8683 olarak tespit ediliyor. Bura da gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Yine aynı eserin 61. sayfasında, “Pazarlıoğlu Köyü NekropolüBakacakkadı Beldesi, Kadıoğlu Mahallesinde tespit edilen Roma Dönemine ait arkeolojik yerleşim.” olduğu kayıtlara geçen ve genel tanımı Roma dönemine ait nekropol alanında pişmiş topraktan seramik parçaları tespit edilmiştir, şeklinde genel tanımı yapılan arkeolojik yerleşim, buranın sit potansiyeli de, 1. derece arkeolojik sit alanı, Koruma derecesi, 1. derece arkeolojik sit alanı, Önerilen koruma, 1. derece arkeolojik sit alanı ve tescil kararı da: Ankara K.T.V.K.K. 04.04.2003/8497 olarak tespit ediliyor. Bura da diğer arkeolojik yerleşimler gibi gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Yine aynı eserin 62. sayfasında, “Antik Kent KalıntılarıFilyos Nehri Üçburgu Mevkiinde tespit edilen Roma-Bizans Dönemine ait arkeolojik yerleşim.” olduğu kayıtlara geçen ve genel tanımı Gökçebey ilçesi Üçburgu Mevkiinde Filyos Nehri kenarında Kayıkçıyanı olarak anılan bölgede, nehir kenarında düzgün olmayan yerel taşlardan yapılmış yapı temelleri ve bol sayıda seramik parçaları bulunduğu, şeklinde genel tanımı yapıldıktan sonra ayrıntılı tanımı da yapılmış. Bu tanımda: Bulunan seramik parçaları M,S. 1-6. yüzyıllara tarihlenmektedir. Parça seramiklerin amphora, küp, kulplu çömlek, çanak ve testi parçaları olduğu tespit edilmiştir. Bu yapı kalıntılarının Filyos Nehrinde ticaret malları taşıyan kayıkçıların mallarını boşalttığı yapıların temeli olduğu ve M.S. 1. yüzyıldan Bizans Dönemine kadar kullanıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca sahada yapılan yüzey araştırmasında M.S. 1-2 yüzyıla tarihlendirilebilecek iki adet kurşun ağırlık bulunduğu verildikten sonra, buranın sit potansiyeli de, 1. derece arkeolojik sit alanı, Koruma derecesi, 1. derece arkeolojik sit alanı, Önerilen koruma, 1. derece arkeolojik sit alanı ve Revizyon, Ankara K.T.V.K.K. 20.06.2002/8021, Ankara K.T.V.K.K. 04.04.2003/8496, Ankara K.T.V.K.K. 21.07.2005/723, Karabük K.T.V.K.K. 23.11.2006/301, Karabük K.T.V.K.K. 21.06.2007/570 olarak ve Tescil Kararı: Karabük K.T.V.K.K. 16.11.2009/1540 olarak tespit ediliyor. Bura da diğer arkeolojik yerleşimler gibi gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Bu sit alanları, buraların sarhoş coğrafyasına mitsizimle başka bir sarhoşluk katıyor ve bilenleri meraklandırıyor.
Gökçebey Notları-6-
“bir ağaç gibi tek hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim” dizeleriyle öncelikle ağacın dünyamızda var olması ve kültürümüzden eksik olmaması dileğiyle… İyi ki varsın Gökçebey Orman Fidanlığı…
Bu antik yerleşmeleri göreceğimiz günlerin aşkıyla Üçburgu’dan Gökçebey Orman Fidanlığına doğru ilerliyoruz.
Üçburgu ve Bakacakkadı Adları,
İlerlerken, Mevlüt Hocam, burada üç tane burgu mu varmış? diyorum.
Aynada gördüğüm kadarıyla bir tebessümlü keyifle Mevlüt Kırnapçı,
-Kardeşim, onu da siz araştırın, ben ne bileyim diyor… Bi süre sonra aslında hep merak etmişimdir, değişik bir yer adı. Nedir bilemiyorum? Şurada durup birine sorsak, üç tane ağaç burgusu varmış diye başlar.. diye ekliyor.
Gülüyoruz…
Üçburgu,üç yatak, üç boğaz, bu yataklardan sular taşınıyor. Taşınan sular, burguçlar, çevrintiler, suyun kendi çevresinde dönerek oluşturduğu oyuklar ve girdaplarla geliyor. Belki de bu Gökçebey tarafından gelen Yenice Irmağı, Devrek tarafından gelen Devrek Çayı ve Beycuma tarafından gelen Beycuma Çaylarının oraları sürekli oyması, kazması, aşındırması.. Böylece biçimlendirdiği üç burun, sürekli dönen su burguçları ile biçimlenmiştir zaman içinde… Üç burgu gibi delici su, bu yerleşim adı, Üçburgu ile neden anlatılmış olmasın?
Kemerburgaz, Lüleburgaz,
Eyüpoğlu’nun Etimoloji Sözlüğünün 108. sayfasında, Burgaz’ı Grekçe, Purgos (kale, korunak, hisar) dan purgaz/Burgaz.. olarak belirtiyor. İlkçağda, ortaçağda çevresi kalın duvarlarla çevrili oturma yerleri.
Kemerburgaz, Lüleburgaz,… Bizans Döneminin belli savunma, korunma yerleri deniliyor.
Gökçebey’e bağlı bu Üçburgu’nun kalın duvarları olmasa da üç yataktan gelen sularla oyula oyula etraftaki duvarlar gibi yükseltilerin ortasında, çukurda kalmış bura, korunaklı bir düzlük halini aldığı da kesin.
Bakacakkadı,hani evvelden Bakacakkadı da bu düzlüğe, karşıya, sağa ve sola bakılacak bir terasta, yani Bakilerin oralarda olduğu ifade ediliyor, ırmak yatak değiştirdikçe, insan doğa mücadelesi çerçevesinde iş makinelerinin kabadayılığı ve gücüyle yapılan setler, doldurulan yol dolguları sonucu ortaya çıkan ve doğal olarak da ırmağın bıraktığı düzlükler ve Anadolu’nun birçok bölgesinde hala kullanılan yüksek, görüş ufku veren yerlere verilen tepe ve doruklara verilen bakacak adlandırması neden buralarda da olmasın diyorum. Kadı, bildiğimiz kadı, Osmanlıda kazaların başındaki, kaymakam, hakim ve savcı bir yerde. Bu düz, verimli topraklar da görev yapan kadılara gelir sağlayan ve maaşına tuta verilen sınırları belli bir köy, neden olmasın diyorum.
İ. Zeki Eyüpoğlu’nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğünün 66. sayfasında, bak-a-cak/bakacak (gözgü, pencere, çevreyi gören yer. fr. balkon, fars. Ayine/ayna) açıklanmış. Bu açıklama ile Bakacakkadı birleşik adındaki bakacak aynı anlamı veriyor. Yerleşmenin ilk varlık gösterdiği yeri bu gözle bir inceleyelim. Bakacakkadı yerleşmesi, coğrafi konumu gereği, yani Bakilerin alt tarafındaki yükseltiden birçok yönü görmeye elverişli olduğundan önceleri sadece Bakacak adlandırması bura halkları dillerinde tutunmuş olmalı, Yedi Divan Kazası’nın veya Tefen Kazası’nın yönetimi için atanan kadıların maaşına tuta Bakacak’ın elde ettiği ürün bağlandığında da Bakacak Karyesi Kadının adına ekilip biçildiği anlamındanBakacakkadı olmalı.
Yoksa diyorum, üç adet bildiğimiz ağaç delmeye yarayan burgunun, -cek, -cak, bakmak ve kadı sözcüklerinin ne işi var bu yerleşim adları ile…
Gökçebey Orman Fidanlığı
Şu anda yaşamımızı sürdürdüğümüz bölge iklimi ve arazi yapısıyla ülkemizin ağaç, yani orman yönünden en iyi bölgelerinden olduğu biliniyor. Örneğin, Zonguldak’ın genel alanı: 352.705,4 ha. Bunun: 194.021,3’ü toplam ormanlık alan olarak ifade ediliyor. Bu alanın da 180.172,4 ha.ı normal ormanlık. Geri kalanı ise bozuk ormanlık alan. Yine, T.C. Çevre ve Orman Bakanlığının hazırladığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolu Seferberliği Eylem Planı 2008-2012 adlı kitapçığın 86’ıncı sayfasında: “3.000 ha ağaçlandırma ve 50.000 ha.’ın da rehabilitasyon olmak üzere toplam 53.000 ha’nın ağaçlandırma açısından potansiyel alanlar” olarak altı çiziliyor. Bu eserde, bölgenin topografyası: genel olarak dağlık bir yapıya sahip olduğu ve dağların kıyıya palel uzandığı, ova ve yaylalarının da çok az görülen eğimli ve dalgalı bir yapıya sahip olduğu; toprak yapısı ile ilgili olarak da: kil taşı, kireç taşı, kum taşı, konglomera, kömür, marn ve tüf türlerinin mevcut olduğu anılan eserde anlatılıyor.
Bölgenin ormanlarına önemli bir katkısı olan Gökçebey Orman Fidanlığı’nda da buraların iklimine, toprağına uygun güzelim fidanlar her bahar dünyaya ve oradan da daha gür ormanlara ağaç sevgisinin ve bilincinin içselleştirildiği insanlarla merhaba diyor.
Ağaçlara Göre Bir Dünya: “Sana oğlum demem hayatta çiğsen/İstemem başına altın taç giysen/Yetiştirip iki ağacı diktiysen/İşte sen o zaman benim oğlumsun” diyor Aşık İhsani. Ozanın belirttiği duygu ve düşüncelerle büyük ozan Nazım’ın “bir ağaç gibi tek hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim” dizeleriyle öncelikle ağacın dünyamızda var olması ve kültürümüzden eksik olmaması dileğiyle…
Ağaçlara göre bir dünyadır, ozan Aşık İhsani’nin oğlunun yaşadığı dünya…
Bu düşüncelerle yola devam ediyorum…
Üçburgu, Bakacakkadı arasında ikili yolun birinde yol onarımı devam ediyor. Tek şeridi, kurallara uyarak paylaşarak ilerliyoruz. Arabanın içindeki sessizliği, Gökçebey Orman Fidanlığına hiç gitmeyen var mı? sorusuyla bozuyorum.
Fidanlığa başka zaman gelelim diyerek şu baharın ilk günlerindeki hareketi ve güzelliği kaçırdığınızı biliyor musunuz diyorum ve içimden şimdi kestaneler, kayınlar, üvezler, cevizler, ateş dikenleri, sarısalkımlar, kartopları, taflanlar, şimşirler, envai çeşit çamlar, kirenler, ahlatlar, daha adını sayamadığım kendini baharın hoşluğuna bırakmış tazecik fidanların çabası… ah diyorum ve fidanlığın yolunu kaçırarak dikkatlice Bakacakkadı çıkışındaki ışıklardan Çaycuma Bartın yoluna sapıyoruz.
Bakacakkadı İlköğretim Okulu,
Bakacakkadı Durmuş Demirel İlköğretim Okulu kavlanga ormanın içinde birkaç hizmet binası ile varlık gösteriyor. Bu üç binanın hepsi aynı avlu içinde. 2012 Eğitim ve öğretim yılında eskiden ortaokul olarak hizmet veren bu binalardan biri Bakacakkadı Anaokulu oluyor.
Beldede okulun tarihi Cumhuriyet döneminde 1934-1935 eğitim ve öğretim yılında Bakacakkadı İlkokulu olarak başlıyor. Bu, Gökçebey’in en eski okulu sanki. Kadının ağırlığı hala devam mı ediyor…
Son göçmen kuşlar da geçti Balat Dağı’na kanatlarını değerek.
Bolat Dağı’nın terasında şekillenip bölgenin en eski yerleşmelerinden olan ve 500 yıllık ifadesiyle Demürcüler Divanı’ndan savrularak önce Çay Karyesi, sonra Veli Köyü Karyesi ve oradan da Deliceler ve başka diyarlardan buralara gelip tutunan Çaycuma, tüm gürültüsüyle İstasyon Çaycuma merkez yolu üzerinde bir bahar akşamı telaşını sahneliyordu.
Çaycuma Köprüsünün üzerine girdiğimizde Balat (Bolat) Dağı’nın oralarda durup tüm ışınlarını buraya yollayan güneşin parıltısından seçilmeyen Çaycuma Köprüsü’nü seçebilmek için arabanın güneşliğini indirerek Çaycuması’nın bir bahar akşamı telaşı sahnesine Filyos Çayına, çöken köprüden akıp yürekleri yakan on beş canın hüznüyle biz de katılıyoruz.
Şu anki Gökçebey, babamın askerliğinde Devrek Topçu Süvari Birliğine erzak taşımak için çok uğradığı, iki üç bakkallı, köyvari Tefen değildir. O zamanın Tefen’i, tren istasyonun yaşam bulması, iyi politikalarla 39 harbine girmeyişimiz, Köy Enstitüleri ile başlayan kırsalda eğitimin yaygınlaşmaya başlaması, bucak ve ilçe olduktan sonra yaşanan toparlanma ve yaşadığımız ilçe, Çaycuma’ya da efendi bir gidişle 15-20 dakikalık bir düzgün tren yolu ve kara yoludur, şu anki Gökçebey…
Gökçebey, Muharremşah, Kızılbel, Sandallar ve Nebioğlu üzerinden Bartın’a akacak bir yol buraları çok kalkındırır…
Çaycuma, 24 Nisan 2012
Seyfettin Ceylan