Devrek, Gökçebey, Çaycuma kent merkezleri hemen yanı başından akmakta olan ırmaktaki suların çoğalması ve yüksek debi (akış hızı) nedeniyle bir çok kez önemli hasarlar veren taşkınlara uğramıştır geçmişte. Irmaktaki su fazlalığı ve coşkunluk, sel-taşkın olarak geliyor aşağılara. Ondan sonra yatağından fırlayan taşkın suları tut tutabilirsen..
Filyos Çayı’nın coşkun suları bu kez bir başka büyük felaket getirerek çaldı Çaycuma’nın kapısını. Irmak sularının yıkıcılığına dayanamadı 61 yıllık beton köprü ve çöktü aniden. Çökme sırasında yaya 4 kişi ile içindeki yolcularla birlikte Yolgeçen köyü minibüsü sulara gömülmüştü. Bu yazının yazıldığı güne kadar, kayıp minibüs bulunmuş, kayıp 15 kişinin 6’sının cesetleri çıkarılabilmişti bulanık sulardan. 9 kişinin cesedine ise ulaşılamamıştı daha.
Bu göçüğün teknik nedenlerini değerli kardeşimiz Bülent Kantarcı (Y.Müh.) ve TMOB Mühendisler Odası ayrı ayrı açıkladılar. Devrekli Doç.Dr Güngör Karaoğuz konu üzerinde 150 yıllık bir süreçte meydana gelen büyük taşkınları Devrek Postası gazetesinde yazarken, Gökçebey’den Sadi Uyar da kendi sitesinde ırmak yatağı ile ilgili bilgilerini paylaşıyor okurları ile. Mevlüt Kırnapçı’nın “çaycumasanat” adlı sitesinde ise kazanın 15 gün öncesinden bu konuda bir uyarı haberini de anımsıyorum. Aynı sitede “acil yeni uyarı” ise Çaycuma Anadolu Lisesi binasının durumu ile ilgili. Konu Eğitimsen yöneticisi İsmet Akyol tarafından da gündeme taşınmış durumda. İlgililerin, yetkililerin bu çağrıları duymasını umut ediyorum.
* * *
Gittim, gördüm.. Irmağın iki yakasından köprünün yıkılan bölümüne baktım uzun süre. Irmağın akışını ve onlarca kurtarma aracının çalışmalarını izledim. Arama-kurtarma çalışmaları bütün hızıyla sürüyordu. Onlarca Tv habercisi ve gazeteciler de pür dikkat ırmak kıyısında dizilmişlerdi. Yüzlerce insan ırmağın iki yakasında çalışmaları izliyordu. Sonra bir kez de Av. Hüsnü Öztürk ile gelmiştik Devrek’ten bir akşam üstü.. Sonra sağlık kontrolleri nedeniyle Ankara’ya gittik eşimle. 10 gün kadar kaldık Ankara’da. Tv kanalları ve internet haberleri ile izlemeye çalıştık arama- kurtarma çalışmalarını..
Nedense bu köprünün hiç çökmeyeceğini, yıkılmayacağını sanırdım. Öyle bir duygu vardı içimde. “Beton Köprü” idi bu. Ama coşkun ırmak sularının köprü ayaklarını bu derece tahrip edebileceğini hiç düşünemedim doğrusu. Beklenmedik şekilde çok büyük acılar verdi Çaycuma’ya. Çaresiz, tedirgin, korkulu, kuşkulu gözlerde bu acı bütün boyutlarıyla yaşıyordu aslında. Herkesin omuzlarında garip bir acı ve yıkım yorgunluğu bütün ağırlığı ile çökertiyordu insanı..
Bu yıkımda ve acıda yaşamını yitirenlere Tanrı’dan rahmet, acılı ailelere ve bütün Çaycuma’ya, bu arada babasını ve yeğenini yitiren Belediye Başkanı Mithat Gülşen ve ailesine de baş sağlığı ve sabırlar diliyorum.
* * *
Irmakla ilgili birkaç görüntüyü hatırlayabiliyorum. Çocuktuk. Belki ilkokul bir veya ikinci sınıfta da olabiliriz. Mahallemizden iki büyük ağabey bizi toplamış, beş-altı çocuk Temizlik Deresi içinden yürüyerek ırmağa gitmiştik kimseye görünmeden. Bir güzel suya girmiş ve aynı yoldan eve dönmüştük. Annem benim kuşkulu halimi görünce elimden tutarak kolumu tırnağı ile çizmiş ve durumu anlamıştı. Ondan sonra yer misin yemez misin, beni bir temiz dövmüştü. Ben de dayak yeme korkusuyla bir daha hiç uğrayamamıştım ırmak kenarına. Çünkü o yıllarda, hatta sonraki dönemlerde bile, özellikle yaz aylarında, bu ırmakta her yıl birkaç çocuk boğulup yaşamını yitiriyordu ne yazık ki..
“Tahta Köprü” dönemiydi, ırmak yine taşmış, köprünün bir bölümünü yıkmıştı. Irmak suları geniş bir alana yayılıyordu. Bu nedenle Askeriye “Varagel” kurmuştu iki kıyı arasında. Şimdiki Seka Lojmanlarının bulunduğu yerde Askeri bir birlik vardı. Bizim evin üst katında eşi Süheyla Hanım’la kiracı olan Yüzbaşı Bahtiyar Bey de bu askeri birlikte görevli idi. Varagel’i onlar kurmuştu. İstasyon tarafındakiler büyücek bir kayığa bindiriliyor, yine askerler makaralı iple çekerek kayığı bu yakaya getiriyordu. İnenlerin yerine bu taraftakiler biniyor, karşı tarafa aynı yöntemle ulaştırılıyordu.
İlkokul 3. sınıfta idim bu köprünün açılışında. 1951 yılı olduğuna göre 9 yaşındaydım demek ki. Okulun 3., 4. ve 5. sınıfları getirilmişti tören yerine. Bizleri köprü girişinin sağ tarafına doğru sıralamışlardı. En arkada bizim sınıf vardı. Ön tarafı pek göremiyorduk ama yandan uzunlamasına görebiliyorduk. Adı “Beton Köprü” idi. Çok güzel bir görünümü vardı köprünün. “Kız gibi” derler ya, aynen öyleydi doğrusu.
Filyos Çayı özellikle bahar aylarında çok taşkın yapıyordu eskiden. Adeta “deniz gibi” genişlik kazanıyordu ırmak sularının kapladığı alan. Böyle zamanlarda sel sularının söktüğü ağaçların yanında, sele kapılan inek, koyun gibi hayvanların da sularla akıp gittiği görülebilirdi. Bazen de Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nın zehirli gazlarını Yenice ırmağına boşalttığında binlerce ölü balığın su üstünde geçtiği de görülürdü. Kendim mi gördüm, anlatılanı mı dinledim tam hatırlıyamıyorum ama, ırmakta direk taşıması yapan üç kişinin bir sal üzerinde geçip gidişini de belirtmeliyim. Belleğimin en dipteki tünellerinden ırmakla ilgili bu görüntüler çıktı su yüzüne .
* * *
Bir de “söylence” anlatalım bu ırmakla ilgili. 1967 yılında Üniversite Bitirime Tezi hazırlarken Uluköy’e gitmiştik teyzeoğlu Saim Şen öğretmen ile. Orada Hanife Sezer (106 yaşında) ve Şemsi Sezer(77 yaşında) ile konuşmuştuk. Bu söylenceyi Şemsi Sezer anlatmıştı.
“Bu Rumbeyler’in zamanında bir Hakim otururmuş Çaycuma’da. Şimdi bu ırmak başlamış bu Beyler’in orayı yemeye. Oraya doğru su geliyor, ırmak suyu toprağı yiyor. Derken bu Beyler’in eski adamları bu sefer çekiniyor, gorkuyorlar ve gidiyorlar Hakim’e. ”Hakim Bey gidiyoruz, su bizi alıyor. Biz bunu ne yapacağız” diyorlar. Hakim “Bir arzuhal yazın!” diyor.
Bu Rumbeyler bir araya geliyorlar. Bir arzuhal yazıyorlar, Hakim’e veriyorlar. O arzuhale göre Hakim de bir “murassala” yazıyor büyük kağıda dolduruyor. “Alın bu kağıdı, bir ağacın tepesini yarıp kağıdı geçirin, ırmak kaşının kenarına dikin, korkmayın!” diyor. Alıyorlar kağıdı, getirip ırmak kaşına dikiyorlar. O zamandan beri artık oraya ırmak gelmiyor, sular toprağı yemiyor..İşte o Hakim erenlerden miydi, kimbilir neydi. Öyle bir ulema Hakim işte!..”
* * *
Çaycuma’nın ünlü bağlama sanatçısı Hüseyin Çakır’ın meşhur sedefli bağlaması ile çalıp söylediği “Filyos Irmağında Boğulan Gelin Gızıy Türküsü”nü 1967 yılında dinlemiştik kendi sesinden. Hüseyin Çakır “Tahta Köprü” döneminde meydana gelen trajik bir boğulma olayını dile getiriyordu. Nişan takılan genç kız, “Düğün urbası” için yakınları ile Cuma (Çaycuma) pazarına getirilir. Aile büyüklerinin seçtiği manifaturacıdan kendine ve yakınlarına dikilecek giysilerin kumaşları alınır, dikilmesi için terziye verilir. Ancak maden ocağında çalışan Ahmet adlı nişanlısı yanında yoktur. Eski Tahta Köprü’den karşıya geçerken aniden gelen taşkın gelin kızın sel sularına kapılıp sürüklenerek ırmağa düşmesine ve boğulmasına neden olur.
(…)Düğün düğün deyi çeyiz düzülür
Baklava açılır da börek yazılır
Ahmed’im madende bana üzülür
Koyuldum yoluma köye giderim
Ahmetsiz Cuma’yı ben ne ederim
Köprüye vardım da köprü sallandı
Gözümü de anam garatdı benim
Tutdumadı beni sulara attı
Filyos Çayı aldı beni giderim
Ahmet Ahmet deyi feryat ederim (…)
Çakır’ın biçimsel olarak örnek aldığı türkü, aslında lise edebiyat kitaplarında anonim halk edebiyatı örneği olarak verilen “Kızılırmak Türküsü” adlı ortaklaşa (anonim) bir ağıttır ve Orta-Anadolu yöresine aittir. Ancak Çakır, yeniden yazdığı ağıtta, kendi yöresinin özelliklerini de şiire katarak bize ait bir ağıt meydana getirmiştir.Hüseyin Çakır’ın Gerçek bir olay üzerine kaleme ve besteye aldığı bu ağıt, eski Çaycuma yaşamının da izlerini taşımaktadır.
Hamit Kalyoncu